Benim bir hazinem var!..

Bugün 1 Mayıs!.. Bahar Bayramı.. Biz çocukken öyleydi.. Öyle de güzel olurdu ki, benim için hep öyle kaldı.. Kilis'te, Karataş Tepesinin etekleri piknik yeriydi şirin kasabamızın. 1 Mayıs'ta hemen herkes o tepenin...

Bugün 1 Mayıs!..
Bahar Bayramı..
Biz çocukken öyleydi..
Öyle de güzel olurdu ki, benim için hep öyle kaldı..
Kilis'te, Karataş Tepesinin etekleri piknik yeriydi şirin kasabamızın.
1 Mayıs'ta hemen herkes o tepenin eteklerine dökülürdü. Tabii biz de..
Anneannemin hazırladığı nefis zeytinyağlı dolmalar, haşlanmış yumurtalar, mis gibi mahlep kokan peynirler..
Ailenin bahçelerinden gelen taptaze sebze, meyveler.. Dayımların yaktığı mangallar..
Güneş batana kadar oynayan biz çocuklar..
Beraber oynamak.. Yiyecekleri paylaşmak, takas etmek ne güzel olurdu..
Yahudisi, Ermenisi, Rumu, Kürdü, Arabı her tür insan yaşardı Kilis'te.. Mahalleleri ayrı, mezarlıkları ayrıydı ama, işte o 1 Mayıs'ta hepimiz bir, beraber olurduk. Birlikte eğlenme..
Birlikte şarkılar söyleme.. Birlikte oynama..
Ne güzel günlerdi o zamanlar..
Ne güzel bayramdı 1 Mayıs!.. Ülkeye Bahar gelirdi, her yönüyle "Bahar havası" dolardı içimize..

***
Böyle bir güzel günü, daha doğrusu günleri ben kendi hesabıma yaşadım. 1 Mayıs'ı iki gün önceye, hafta sonuna alarak..
Kemaller Ankara'dan geldiler..
Çocukken eve kapanmama sebep olan Kemal, şimdi borçlarını ödüyor. O geldi mi evde pek durmuyoruz..
Kemal doğduğunda, altı kişilik eve tek başına yetişmeye çalışan anneme ben yardım ederdim. Serpil 3 yaşında.. Ağbim şehzade..
Bebeğe kim bakacak?. Ben.. Mamasını yapar, yedirir, gazını çıkartır, uyuturdum..
Uyuya ki, ben de sokaktan seslerini duyduğum ağbim başta mahalle çocuklarının arasına karışayım da birazcık oynayayım.. Uyumaz kerata.. Salıncakta sallarım uyumaz.. Ayağıma yatırır sallarım uyumaz.. Nihayet gözlerini kapar.. Sessizce odadan sıyrılırken tam kapıda..
Ingaaaaa!..
İşte o Kemal.. Eşi Nükhet, bana geldiler Ankara'dan.. Kızları Zeynep, nişanlısı Tolga zaten burda yaşıyorlar..
Cumadan geldiler.. O geceye Sevgili Dost, Peri el koydu.. İstanbul Devlet Senfoni'nin konseri var, Fulya Sanatta. DenizBank da İDSO'nun sponsoru ya..
Müthiş bir kemancı varmış..
Herkes de sever klasik müziği..
Koştuk.. Ama solist kemanla şef arasında bir anlaşmazlık.
Konser durdu. Başladı..
Az sonra solistin kemanının teli koptu, bir daha durdu.. Tadımız kaçtı..
Biz de arada kaçtık..
Ver elini Kuruçeşme.. Baca6!.
Bizim Rahmi'nin yeri..
Öyle bir keyif masası kuruldu ki.. Rahmi'nin mezeler lezzetli. Sohbet daha da lezzetli..
Finalde Adana Suşi geldi.. Servis Japon çubuklarla..
Suşi tamam da, "Adana"sı ne oluyor?.
O kısmı Rahmi'nin icadı. Evet icat!.
Çünkü Rahmi patentini almış, resmi patent yazısını da çerçeveleyip duvarına asmış.
İki tabak geldi ortaya.. Bir tabağını Peri, bir tabağını Tolga bitirdiler..
Peri "Ben hayatımda böyle müthiş bir şey yemedim" dedi.. "Az bıraksan, biz de yeseydik" dedim..
Cumartesi sabahı, işte tam Karataş etekleri pikniği.. Maçka eteklerinde Sanat Parkı var. O parkın içinde "ParkSanat" diye bir kafe.. Zeynep keşfetmiş. Bizi götürdü. "Keşfetmiş" dediğim, işletenler arkadaşları.. Selim'le Onur!.
Bu defa Peri yok, Neco'nun kızı Zeynep katılmış aileye.. "İki Zeynep yan yana, dayanabilir misin" havası.. Bir lezzet mekanı da orası.. Etraf da nasıl neşeli.. İnsanlar dolu..
Çocuklar çimlerde koşuşuyor, parkın içinde çocuk bahçesi de var, orda oynuyorlar..
Park Sanat Parkı ya.. Benim karşımda bir koca heykel var. Doktorlar mı, bir tıp kurumu mu.. Onlar armağan etmiş.. Yerde timsah gibi bir canavar.. Ayakta bir gladyatör, mızrağı ile savaşıyor canavarla.. Şeker Hastalığı ile savaşı sembolize ediyormuş, anıt. Ben de şeker hastasıyım ya.. Baktım baktım, hangisi benim diye..
Yerde yatan canavar mı, şeker hastası beni simgeliyor acaba?.
Öğleden sonra bizim bahçenin keyfi ve akşam üzeri salonda gelen dostlarla maç keyfi..
Pazar sabahı ver elini Kadıköy..
"Klasik Sabahlar Kahve Konserleri" sezon finali yapıyor. Bu konserleri konservatuar öğrencisi gençler veriyorlar. Şimdi sınav zamanları artık.. Sonra tatil.. Yani sonbahara dek paydos..
Dünya manzarasında masamıza oturduk..
Boğaz girişi.. Gelen, giden vapurlar.. Motorlar..
Karşıda Topkapı.. Ayasofya.. Uçuşan martılar..
Tarkan Tekyıldız (Klavye), İsmail Sermet Erkin (Bas gitar) ve Alper Yılmaz (Davul) üçlüsü, 1940'tan bu yana Caz esintileri çalacaklar.
Masamıza başka misafirler uğruyor..
"İzmir'den geliyorum Hıncal Bey!. Sizi okudum da buraya geldim.." Kasılıyorum..
"Antalya'dan geliyorum Hıncal Bey!.
Sizi okudum da buraya geldim.." Kasım kasım kasılıyorum.
"Pendik'ten sizi okudum da geldim, Hıncal Bey" diyince biri daha, bu pazar sabahı konserlerini bize kazandıran sevgili dost Ozan Binicioğlu'na döndüm ve güldüm.. "Şimdi burayı sen doldurmuş oluyorsun öyle mi?." Harikaydı gençler.. Hele bir Brazil çaldılar ki, Orfeu Negro/ Siyah Orfe filminin unutulmaz şarkısı, "Maha de Carnaval!." Ordan ver elini Kuzguncuk..
Kuzguncuk'u bu pazar konserleri sayesinde yeniden keşfettik. Konser çıkışı Kuzguncuk.
Orda bir geç pazar kahvaltısı..
İstanbul'da mahalle kültürünün hâlâ devam ettiği ender yerlerden birisi..
Bana çeyrek asırdır yaşadığım Alkent'te "Merhaba" diyen yok.. Orda kaldırımda yürürken hemen herkes selam verir oldu, üç haftada..
"Günaydın" diyorlar.. "Mahallemize hoş geldin" diyorlar..
"Mahallemize.." Bu lafı duymayalı bin sene oldu.
Kuzguncuk hâlâ "Mahalle.." Hâlâ insan çünkü Kuzguncuklular.. İnsan gibi insanlar.. Hemen hepsiyle dost, mahalledaş olduk..
Fırat'ı tanıdık.. Google'dan bir kahvaltı yeri ararken, tesadüfen "Çikolata Fabrikası" diye bir yer seçtim.. Aradım. Fırat çıktı karşıma..
O gün bugün başka yere gitmiyoruz.. Öyle karşılıyor, öyle ağırlıyor ki, bu kadar olur.. Bir dost daha kazandım..
Yayıldık kaldırıma.. En sevdiğim şeydir, kaldırım kahveleri.. Paris'i, Viyana'yı sevmemin sebebi budur. Kaldırımda oturmak..
İnsanlarla iç içe..
İnsan.. En değerli varlık.. En değerli manzara..
Aşağı yukarı, İcadiye Caddesinde dolaşanların arasında oturmak nasıl bir keyif..
İcadiye, babamın Kuleli yıllarında karşının piyasa yeri. Kuleli'nin gençleri burda..
Çamlıca Kız Lisesi'nin yatılı kızları burda..
Kuzguncuk o zaman, Yahudileri, Rumları, Ermenileri ile azınlık semti. Ama orda azınlık çoğunluk yok. Hepsi bir.
Sonra ayırmışlar.. Sonra bin yıllık evlerinden yollamışlar gayrimüslimleri..
Güngör Dilmen'in Kuzguncuk Türküsü oyununu hem de Kuzguncuk Devlet Tiyatrosu'nda üç kez seyrettim..
Üçünde de ağladım, bizi nasıl bölmüşler, nasıl dağıtmışlar diye..
İşte o Kuzguncuk Mahallesi.. Zeynep ve Tolga da öyle âşık oldular ki, "Mahalle"ye.. Eylülde evlenecekler.. Orda yaşamaya karar verdiler.. Ev bakıyorlar şimdi, satın almak ve Kuzguncuklu olmak için..
Pazartesi sabahı uğurladık Kemalleri, benim bahçedeki "Eyvallah Kahvesi"nden sonra.. Arabaları önümüzden geçti.. Yardımcım Fatoş arkalarından yarım kova su döktü..
Ben Kemal'imi düşündüm..
Nasıl bir hazine sahibi yaptı beni, o çocukluğumun uyumaz, oynatmaz "Ingaaa"sı..
YAZININ DEVAMI
ÇOK OKUNAN YAZARLAR
YAZARIN DİĞER YAZILARI
En güzel manzara... İnsan!.. 23 Kasım 2022 | 4.122 Okunma Türk ve Norveç Halk Müziği’nde ortak noktalar!.. 24 Nisan 2022 | 272 Okunma Bugün için yazmak içimden gelmedi, inanın!.. 23 Nisan 2022 | 603 Okunma Domenec Torrent, hoca moca değil!.. 22 Nisan 2022 | 356 Okunma Pitbull dehşeti ve verilen komik ceza!.. 21 Nisan 2022 | 256 Okunma
TÜM YAZILARI
Yorumlar