Baş, dille tartılır
Vakti zamanında varlıklı, bilgili ve çevresinde pek sevilen efendilerden biri birkaç günlüğüne dostlarını konağına çağırır. Zengin sofralar kurup engin sohbetler etmektir niyeti.
Kâhyasını çağırıp hazırlık yapmasını ister, bir de tembih eder:
“Haydi göreyim seni, koştur pazara, dünyanın en tatlı şeylerinden misafirlerime şöyle mükellef bir sofra kurdurt.”
Kâhya gider. Ama pazara uğramak yerine kasaba uğrar. Bütün misafirlere yetecek miktarda dil alıp aşçılara emirler yağdırır. Akşam misafirler iştahla otururlar sofranın başına. Evvela bir dil çorbası gelir. Nefis!.. Ardından bir dil haşlaması. Âlâ!.. Bir dil söğüş. Eh!.. Ara sıcak niyetine dil ızgara... Derken misafirlerde homurdanmalar başlar. Beklerler ki şöyle yağlılardan, pilavlardan, baklava ve revanilerden tepsiler gelsin. Ne mümkün!.. Ardından bir dil kızartma konulur önlerine. Konak sahibi artık tahammül edemez ve kâhyasını çağırtıp öfkesini tokat edip yüzüne vurur: