1947 Hudut Protokolü ne diyordu?

Tarihçilerin en temel işlerinden biri zaman içindeki değişiklikleri saptamaktır. Fakat bunu layıkıyla yapabilmek için de devamlılıkların dikkate alınması gerekiyor. Hukukta da bir meriyet meselesi var....

Tarihçilerin en temel işlerinden biri zaman içindeki değişiklikleri saptamaktır. Fakat bunu layıkıyla yapabilmek için de devamlılıkların dikkate alınması gerekiyor. Hukukta da bir meriyet meselesi var. Yürürlükten kalkmış, artık geçerli olmayan bir hukuk belgesine dayanarak iş yapamazsınız. En basitinden, dedenizin sattığını bildiğiniz arsanın sandıkta bulduğunuz tapu senedine dayanarak gazeteye satılık arsa ilanı veremezsiniz. Böyle bir bilginiz yoksa da soluğu tapuda alır, durumun ne olduğunu kesinleştirirsiniz.

Yasalar, anayasalar ve uluslararası hukuk belgeleri de böyledir. Öte yandan, belgenin tümü veya bir kısmının hükümleri için “yürürlükten kaldırıldı” denmesi kâfi midir? Kaldırılınca yerine ne kondu diye bakılmaz mı? Belirli bir süre için yapılan basit bir kira kontratı bile süre bitiminde yenilenebiliyor, dolayısıyla eskisi yürürlükten kalksa bile içeriği aynen veya değiştirilerek geçerli olabiliyor da uluslararası bir antlaşma niye bundan mahrum olsun?

Hayır, tabii ki alan değiştirip hukuka yöneliyor değilim. Sadece geçen haftaki yazımın konusu olan 1926 Ankara Antlaşması’nın Türkiye ve Irak arasında tarif ettiği hudut bölgesindeki ilişkileri düzenleyen 2. Faslının sonradan yürürlükten kaldırıldığı yönünde ciddiye alınması gereken görüşler serdedildiği için konuya biraz daha eğilmek lüzumunu hissediyorum.

Evvela, bu antlaşmanın ikinci faslının belirli bir süre için geçerli olacağı belirtilmiştir. Bu da 10 sene olduğuna göre, bu bizi 1936 yılına getirir. O yıl yapılan yeni bir düzenleme olmadığı için, zamanında gerekli girişimde bulunmayan tarafların kira kontratlarının aynı şartlarla, kendiliğinden uzamasına benzer bir durum ortaya çıktığını söyleyebiliriz. Geçerlilik süresi bitti diye 1926’nın ikinci faslı tabii ki ortadan kalkmamıştır.

Zaten kimse de yürürlükten kalkma tezlerini buna dayandırmıyor. Bu yöndeki görüşleri, Sayın Baskın Oran, 29 Eylül 2017 tarihli Agos’taki “Her Musul-Kerkük Dendiğinde Hortlayan Ulusalcı Yalanları Teşhirimdir” başlıklı yazısıyla sistematik bir şekilde ifade etti. Ben de konumun dışına çıkmamak için müsaadenizle o yazının Lozan ve güncel siyasetle ilgili kısımlarını dışarda bırakarak düşündüklerimi söyleyeyim.

YAZININ DEVAMI
ÇOK OKUNAN YAZARLAR
YAZARIN DİĞER YAZILARI
Osmanlı sanayiinden kalanlar ve bir ara 05 Ocak 2020 | 271 Okunma Osmanlı sanayiinden kalanlar ve bir ara toplam 03 Ocak 2020 | 45 Okunma Son vakanüvisin gramofon fabrikası 29 Aralık 2019 | 261 Okunma Osmanlı’nın istatistik meselesi 22 Aralık 2019 | 254 Okunma Yıl 1897 Van’da 9 bin 567 tiftik keçisi 15 Aralık 2019 | 737 Okunma
TÜM YAZILARI
Yorumlar