“Mesuliyeti gelin ettik, damat ortada yok!”

Bağımsız devlet olmamızın, ABD eliyle küresel güçler tarafından test edildiği şu günlerde, endişenin iklimiyle imanın iklimi arasında salındığımız şu günlerde, genç...

Bağımsız devlet olmamızın, ABD eliyle küresel güçler tarafından test edildiği şu günlerde, endişenin iklimiyle imanın iklimi arasında salındığımız şu günlerde, genç kuşağa tutumluluk ile cimrilik arasındaki farkı anlatmakta bir hayli zorlanıyoruz. “Milenyum kuşağı” 2001 krizine dair bir şey bilmiyor, 1970’lerin aşırı enflasyonist günlerine dair bir şey bilmiyor. Seferberlik günlerine dair bir şey bilmiyor. Suçlu onlar mı? HAYIR! Birbiriyle itişip kakışan, incir çekirdeğini doldurmayan yarışıma programları, üçüncü sayfa haberlerini kanırtarak tekrar tekrar veren kuşak programları, sevgiyi ve ilgiyi alınan hediyenin ekonomik değeri üzerinden zihinlere yerleştiren “dizi film”ler, tarih dersini test sorusu çıkarılacak müfredata indirgeyen eğitim politikaları, öğrencilerini hayata hazırlamak konusunda hiçbir sorumluluk almayan düz mantık öğretmenler...

Malum, tüketim toplumuna geçişimizin hikayesi 24 Ocak kararları ile Turgut Özal’ın mihmandarlığında gerçekleşti. O gün bugündür tutumluluk eşittir cimrilik olarak yerleşti zihinlere. Sizi bir köşe yazısının nefesinin gücü yettiği kadar kendi geçmişim üzerinden “tutumluluk günleri”ne götürmek istiyorum.

Geçmişin tutumluluk hikayesini yamalı pantolonlar üzerinden anlatmayı deneyeceğim. Elli yaşını devirmiş olan Anadolu insanı, büyüklerin yamalı pantolon giydiği günleri hatırlamakta güçlük çekmeyecektir. Çocukluğumda bilmem kaç yılda bir alınan kadife pantolonların, pazardan eve gelir gelmez maharetli nineler tarafından dizlerine yama vurulurdu.

Yeni bir kıyafetin henüz hiçbir hasarı yok iken niye yamandığını anlayamazdım. Oysa rahmetli dedem varlıklı bir adamdı. Taşlı araziyi satın almış, o çorak araziyi o yıllar için hayranlık uyandıracak kadar meyvelerle coşturmuştu. Afyon’un soğuk ikliminde yetişebilecek her türlü meyveyi, bahçesinde yetiştirme azmi göstermişti. Niye yeni aldığı pantolona yama vurduruyordu o halde? Cimrilikten mi?

On, on iki yaşlarımda olmalıyım dedem köyden geldi ve merhum Asım Kocabıyık’ın annesi merhum “Satı Gelin”i ziyarete gittik. Başka bir köyden gelin geldiği için hayatı boyunca Satı gelin olarak anılmış olan Satı Kocabıyık’ın anısını yaşatmak üzere gelin geldiği köye yaptırdığı modern yapılara oğlu merhum Asım Kocabıyık da “Satı Gelin” ismini uygun gördü.

Çocukluğumun en cömert en güler yüzlü insanı idi Satı Yenge. Yaş bir insana ancak o kadar yakışabilir. Satı Yenge’nin niye bende o kadar derin bir iz bıraktığını yıllar geçtikçe yavaş yavaş anladım. Oğlu, Türkiye’nin sayılı zenginleri arasına girmişti ama o gençliğinin yokluğunu hiçbir zaman unutmadığı için, kendisini zenginlerin değil daima fakirlerin dünyasına ait kılmıştı. O gün kahvaltı sofrasında Satı Yenge ile dedemin gençliklerini anışları karşısında şaşırmıştım elbet. Ama şaşkınlığım bir çocuk şaşkınlığı idi. Çocuk muhayyilesinin kaydettiği hatıralar zamana karşı pek yenilmiyor. Yenilmediği gibi çocuklukta açılmış dosyaları zaman daha iyi kavrar duruma getiriyor. Yeşilköy’de tanık olduğum o sahne şöyleydi:

YAZININ DEVAMI
ÇOK OKUNAN YAZARLAR
YAZARIN DİĞER YAZILARI
Negatif nasihatler ile insan-ı kâmil değil, esfel-i safilîn olunur... 22 Mart 2024 | 314 Okunma Anlam dünyamızın duvarlarını dinleyerek öreriz 15 Mart 2024 | 198 Okunma “Hasta denetimi, imaj yönetimi” 08 Mart 2024 | 200 Okunma Bir arpa boyu yol, tesettürlü özne her kesime hâlâ yabancı... 01 Mart 2024 | 413 Okunma “Benim yanlışım senin hakikatini kovar” korosu... 23 Şubat 2024 | 216 Okunma
TÜM YAZILARI
Yorumlar