Dün beni mutlu ettiniz  

Allah hepinizden razı olsun... Allah ne muradınız varsa versin. Kronik bir mutsuzluk içinde bunalan beni, dün o kadar mutlu ettiniz ki, sağ olun, var olun. Vallahi saymadım ama herhalde binlercedir. O mailleri yazan ellerinize sağlık...

Allah hepinizden razı olsun...

Allah ne muradınız varsa versin.

Kronik bir mutsuzluk içinde bunalan beni, dün o kadar mutlu ettiniz ki, sağ olun, var olun.

Vallahi saymadım ama herhalde binlercedir.

O mailleri yazan ellerinize sağlık, aklınıza kurban olayım.

Kuvvetle haykırmak istedim sokağa çıkıp “Yalnız değilmişim” diye.

Her meslekten, her sosyal gruptan, her siyasi görüşten o kadar çok “Aynı duyguları paylaşıyoruz” cümlesi geldi ki, mutlu oldum.

Bu “İnsanlıktan uzaklaşma” durumundan memnuniyetsizlik bu kadar yoğun ise mutlu olmaktan öte “Umutlu” oldum. Maillerin çok büyük bölümünün “Fatih Abi” diye başlaması, bana yaşlandığımı hissettirirken, bir yandan o samimi “Abi” hitaplarına çok duygulandım.

Birbirimize hiç de uzak olmadığımızı hissettim.

Bir tencere yemeğe düşen bir katre pisliğin yemeği yenmez hale getireceğini ama bizde o yemeği yeniden, eski bildiğimiz tarifle yeniden yapacak güç olduğunu anladım.

Gelin bakalım birlikte bir kaç maile, neler yazmışlar:

İYİLER DAHA FAZLA ÜZÜLMEYİN

“Selamlar Fatih Abi. Bugünkü yazınızda mutsuzum, rahatsızım diye yazmışsınız size katılmakla birlikte gözden kaçırdığınız bir hususu zikretmek istedim. Anlatmış olduğunuz bu insan müsveddeleri doğrudur ve göze batacak sayıda çoktur lakin bulunulan çevrede eser miktardadır. Misal vapur örneğinizde gülünmesine kızan insan prototipi vapurdaki toplam insan sayısının binde birine denk gelir. İnanın bunlar çok az sayıdalar ama iletişim çağında göze batıp örnek oluşturuyorlar. Bir polis olarak uyuşturucu satılan bir mahallede yaşayan sayısı 15 bin iken uyuşturucu satanların sayısı 200 kadar olduğunu biliyorum ama o mahallenin adı zikredilince hepsi uyuşturucu tüccarı sanıyoruz. Sizi mutsuz eden insan müsveddesi profilleri toplam nüfusa oranlasak eser miktarda kalır. Bu tipleri de ‘Aman ben çektim evladım çekmesin’ diyerek bizler yetiştirdik ve kiliseyle cami arasında kalan beynamaz gibi oldular. Lakin enseyi karartmayın sizin ve bizim evlatlarımız gibi olanlar hala çoğunlukta selamlar abim.”

Ve bir başkası:

HALA VARIZ

“Fatih Bey merhaba

Bugüne kadar hiçbir yazara bir yazısı ile ilgili bir kelime yazmışlığım olmadı.

Ama yazınızdaki örneklere benzer olaylar beni de her gün öyle çok mutsuz ve rahatsız ediyor ki, en azından bir teşekkür etme ihtiyacı hissettim. Kendi ülkeme, milletime bu gibi olaylar yüzünden yabancılaşırken, özümüzü temsil eden insanların da var olduğunu hatırlattığınız için...

Selam ve saygılarımla”

Ve bu biraz uzun ama sonuncusu. Aslında aynı mahalleden, insanlık mahallesinden olduğumuz halde başka mahallede olduğumuzu düşünen bir kardeşimden gelen. Biraz uzunca ama çok değerli:

MİLLİYETÇİYİM, MÜSLÜMANIM GİTMEK İSTİYORUM

“S.A. Fatih Abi.

Sana uzun uzun ne zamandır yazmak istiyordum. Fakat bir türlü nasip olamadı bu yazıya kadar.

Geçmişimle yüzleşmenin cesaretsizliği mi dersin, sanki okuyacak mı dersin bilemedim.

Ben milliyetçi bir aile ve ortamda büyüdüm. 25 yaşına kadar Fatih Altaylı benim için anlatılanlardan ibaretti.

Hani çok ayıp olacakta hapiste seni nasıl dövmüş bizimkiler, Fatih Altaylı din düşmanı.

Bizim cenahtan Rahmetli Hasan KARAKAYA ile giriştiğiniz sert kavgalar falan.

Hani abi seni yolda görsem, ‘Vay kafir’ deyip tepelemek için hamle yapardım herhalde.

Ta ki 3 sene önce hasbelkader işim gereği sürekli bilgisayar başında olduğumdan yazılarınızı okumaya başlayana kadar.

Bir insanı gıyabında tanımak ile yazdıklarını analiz ederek tanımak arasındaki farkın ne olduğunu bu 3 senedir biliyorum. Hiç sahip olamayacağım arabaların, teknelerin incelemesi yazılarınızı bile büyük bir şevkle okuyorum. Haricinde yazılarınızda o kadar ortak düşüncemiz, o kadar aynı tarafa doğru bakışlarımız var ki ben gerçekten şaşırıyorum bazen. 

Ukalalık sandığım Teke Tek programındaki sinirli hallerinizin aslında ne kadar insancıl olduğu ve bu hallerinizi hak edenlerin gittikçe çoğaldığına kendi hayatımdan defalarca şahidim.

‘Ne zaman adam oluruz’ sorusuna verdiğiniz tek cümlelik üst yazı özetiniz dahi okumaya, anlamaya ve analize öyle güzel net cevaplar veriyor ki, işin özeti seviyorum yazılarınızı.

İşin özeti, karşı mahallenin değil, karşı semtlerin dahi insanları değiliz sizinle. Ne ekonomik, ne siyasi.  Ortak noktalarımız bu kadar az iken, ortak görüşlerimizin bu kadar çoğalmasını ben umut olarak görüyorum. Kaleminizden çıkan kelimeler ile bilgisayar ekranım arasında çok değişik bir bağ var ve ben her sabah 8:30 da bu ilacı almak zorundayım.

Yani siz yazarak, ben okuyarak her şeyin boktan gittiği bu ülkede ortak bir paydada toplanma ümidimi sürekli besliyorsunuz.

Bugün yazdığınız ‘Mutsuzum rahatsızım’ yazınız durumun öyle güzel izahı ki.

Ben eskiden çok müdahale ederdim trafikte her şeyi kendisinin sananlara, kavga edenlere ve yazdığınız ve binlerce örnek verilebilecek olanlara.  Bir gün kırmızı ışıkta önümdeki arabanın şoförü arabadan inip büfeden muhtemelen sigara almaya gitti, yeşil yandı ve onlarca araba onun sigara almasını bekledi. Geri döndüğünde ‘Kardeşim ne yaptığının farkında mısın’ dediğim anda silah doğrulttu üzerime. Küfür etmedim, kavga çıkaracak bir söz söylemedim. Haksız da olsa ya çok kızdıysan yumruk atarsın kafa atarsın, mertçe kavga ederiz. Silah nedir abi. Namusuna mı göz diktim, anana mı sövdüm. 10 saniye içinde 3 çocuğum, eşim, hayatım her şey gözümün önünden geçti. Ne kadar ucuz ve pespaye yaşıyoruz. Yıllardır verdiğim emeğim, çalışmam, uykusuz gecelerim adam bir saniyede bitirebilirdi her şeyi o an. Ve artık mankurt oldum ben. Hiçbir şeye müdahil değilim. Biri birini öldürüyormuş, kesiyormuş, trafikte önümdeki araba isterse dursun halay çeksin. Yanından geçip gidebilirsem arkama dahi bakmıyorum. Yazılım üzerine çalıştığım için bu ülkeden gitmenin yollarına bakıyorum artık. Hani ekşiciler her seçim sonunda bu ülkeden s. olup gitmenin hesabını yapar ya. Hadi onlar AK Parti düşmanı. Ben son 5 yıl hariç bu adamlara aktif çalıştığım, Tayyip Erdoğan’ı tek kurtarıcı gördüğüm halde gitmek ve bu ülkeyi ardımda bırakmak istiyorum. O kadar milliyetçi ve bir o kadar da Müslüman kimliğim benim için önemliyken. Ve yazınızda bahsettiğiniz gibi. Sebebi ekonomik, siyasi vs. değil. Mutsuzum ben de abi.

Neyse anlatacaklarım bunlar. Okuduysanız eğer sizden tek bir ricam var. Yazmaya devam edin. Kaleminiz daim olsun inşallah.

Allah’a emanet olun. Size ve ailenize saygılar.”

***

VIP Bebek

ABD ile anlaşarak ABD’ye giden, savcılık ile anlaşarak Türkiye’nin başına büyük çoraplar ören Reza Zarrab’ın Türkiye’de “Tu kaka” ilan edildiğini zannediyorduk değil mi?

Hatta burada yıllarca Zarrab’ın imkanlarıyla ultra lüks bir hayat süren ama sonrasında da Zarrab’la boşanacağı dedikoduları yayılan, yalıyı boşalttığı söylenen Ebru Gündeş’e de acıyordu bazılarımız.

Ama ne boşandılar ne de Gündeş o kaçak yalıyı boşalttı.

Zaten yalı da şahane imar affımızla kaçak olmaktan kurtuldu. Ve o Ebru Günde, “VIP Salonundan” ABD’ye uçtu bir kaç gün önce.

Sadece ve sadece milletvekillerinin, yasayla belirlenmiş kimi üst düzey kamu görevlilerinin kullanımına açık olan VIP Salonundan, geçti Zarrab’ın karısı, özel izinle.

O “Özel izni kim verdi” belli değil.

Soran yok, soruşturan yok.

Merak eden yok, eden varsa da merakını dile getiren yok.

Ama “Size ne kardeşim, kadın ünlü bir sanatçı geçer tabii” diyen cühela çok.

Ve dün de öğrendik ki, Ebru Hanımefendi New York’a Reza Zarrab’dan bir çocuk daha yapmaya gidiyormuş.

Bari çocuğa da o VIP salonundan geçmeleri için özel izni kim verdiyse onun adını versinler.

***

Hatay’ın ekonomisti

The Economist dergisinde Türkiye ile ilgili bir analiz yayınlanmış ve Türkiye’nin yıllar önce Suriye’ye ait olan Hatay’ı ilhak ettiği gibi şimdi de İdlib’i ilhak edeceği yazılmış.

Bu yazı bir cehaletin eseri değil ise müthiş bir aşağılıklığın eseri olabilir ancak.

Hatay’ın, Hataylıların özgür iradesiyle, bir referandum sonucu Türkiye’ye katıldığını bilmeyecek kadar ahmak olamayacaklarına göre ikinci yaklaşım daha geçerli olsa gerek.

Zannedersin ki, 1. Dünya Savaşı öncesi Suriye diye bir ülke var ve Türkiye bunu bozarak ilhak etti.

İngilizlerin bu “Provokatif” dergisi en az bizim kadar biliyordur ki, o sınırları kendileri çizdiler.

Ne doğal bir sınırdı o ne etnik ne de dini.

Bölgeyi dizayn eden İngiliz siyasetinin çizdiği sınırı halkın kabul etmemesi çok ağırlarına gitmiş olmalı.

Ancak derginin siciline bakınca asıl tehlikeyi görüyoruz.

Çünkü bir niyeti açık etmişler, bilerek veya bilmeyerek.

“Hatay’ı Suriye’yi iade” ederek.

***

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

Üçüncü çoğul şahısın 1. tekil şahsı da içerdiğini unutmadığımız zaman.

YAZININ DEVAMI
ÇOK OKUNAN YAZARLAR
YAZARIN DİĞER YAZILARI
Bana katlanan herkese teşekkürler 16 Mayıs 2023 | 409 Okunma İçimizdeki İrlandalılar 12 Mayıs 2023 | 670 Okunma Dünün güneşi, bugünün çamaşırı 11 Mayıs 2023 | 1.184 Okunma Bozburun'da işlem tamam 10 Mayıs 2023 | 609 Okunma Rant deyince dingildeyenler 09 Mayıs 2023 | 800 Okunma
TÜM YAZILARI
Yorumlar