Trump ve Boris neyin semptomu?
Anglo-Amerikan dünyasında, Donald Trump ve Boris Johnson gibi adeta birbirinin kopyası tipin, aynı dönemde ortaya çıkması bir rastlantı değil. Bunlar, Reagan ve Thatcher ile başlayan neoliberal küreselleşme...
Anglo-Amerikan dünyasında, Donald Trump ve Boris Johnson gibi adeta birbirinin kopyası tipin, aynı dönemde ortaya çıkması bir rastlantı değil. Bunlar, Reagan ve Thatcher ile başlayan neoliberal küreselleşme sürecinin, ona eşlik eden postmodernizmin, 2008 finansal krizinde ifadesini bulan iflaslarının semptomlarıdır.
Trump-Johnson ikilisi
Bu iki politikacı için halk, onlara oy verenlerden oluşuyor, oy vermeyenler bu kavramın dışında kalıyor. Trump, Amerikan seçmeninin çoğunluğunun oyunu alamadı. Delege sayısına dayanan bir seçim sisteminin ürünü olarak başkan oldu, ama her fırsatta bu azınlığı “milli irade” gibi sunmaktan, geri kalan seçmeni yok saymaktan hatta “seçkinlerle” özdeşleştirmekten, muhalefeti ihanetle suçlamaktan çekinmiyor. Johnson, seçimlerde meclis çoğunluğunu kaybetmiş bir partinin başına, o partinin 90 bin üyesinin oyuyla seçilerek başbakan oldu. Mecliste bir çoğunluğu bile yok, partisinin en kıdemli vekilleri onu terk etti. Ancak Johnson, son referandumda Brexit diyen seçmenin (yüzde 52) tercihini “milli iradesi” ilan ediyor, kalmaktan yana oy veren yüzde 47’yi yok sayıyor. Avrupa Birliği’nden anlaşmasız çıkmasını önlemeyi amaçlayan yasayı, teslimiyet yasası olarak niteliyor. Her ikisi de yargı ve meclis denetimlerini “darbe” olarak niteliyor.
Bu adamların yasalara uymak gibi bir kaygıları da yok, bu yüzden başları yasama ve yargı ile dertte. Sicilleri kadınlara yönelik taciz suçlamalarıyla, yolsuzluk iddialarıyla, kronik yalancılıkla lekeli. Her iki politikacı da kutuplaştırıcı bir dil kullanıyor ve rakiplerini “iç savaş” ile tehdit ediyorlar. Trump, “Polis, asker, motosiklet çeteleri, bütün sert adamlar benden yana... Çok kötü şeyler ola...