Yirminci asır başında yeni Türk Devleti: Atatürk ve Din
“Ne kadar insan varsa o kadar düşünce vardır” der Romalı ünlü komedya yazarı Puplius Terentius. Bu durum farklılıkları doğal kılarken herkesi ikna eden bir toplumsal sözleşmenin kurulmasını da...
“Ne kadar insan varsa o kadar düşünce vardır” der Romalı ünlü komedya yazarı Puplius Terentius. Bu durum farklılıkları doğal kılarken herkesi ikna eden bir toplumsal sözleşmenin kurulmasını da zorlaştırır.
Tarihi şahsiyetlerin ve konuların tahlili; toplumsal koşullardan, dönemin siyasal, kültürel ve ekonomik güç ilişkilerindeki nitelikten bağımsız olamayacağı gibi, değerlendirmeler de değerlendirenlerin sosyokültürel ve ideolojik yapılarından bağımsız değildir. Bu farkındalık içinde mümkün olduğunca tarafsız kalmaya çalışan düşünür sayısı oldukça azdır.
ATATÜRK TUTARLIDIR
“Atatürk ve din” veya “Atatürk’ün dine bakışı” konusu, Cumhuriyet tarihi boyunca en çok tartışılan konulardan biridir. İki tartışılan konunun yan yana gelmesi meseleyi daha da hassas kılar. Öncelikle şu tespiti yapalım: Atatürk ne din adamıdır, ne de din ile mücadeleye girişmiş biri. Farklı dönem ve ortamlardaki konuşmalarında, birbiriyle çelişen açıklamaları var demek, onun dünya görüşünü, hedeflerini, dini-diyaneti konumlandırmak istediği yeri dikkate almamak demektir. Atatürk’ün inancı konumuz dışıdır; zira kişilerin imanı ile ilgili hüküm yürütülemez. Burada tartışacağımız husus Atatürk’ün toplum temelinde dine yaklaşımı ve dini alanda ortaya koyduğu politikalardır. Dolayısıyla soru şu olmalıdır: Devlet yöneticisinde aranan şey onun iyi bir dindar olması mıdır, yoksa devlet politikalarında uyguladığı doğru işler midir? Tereddütsüz cevap, doğru işlerdir; bir başka ifadeyle işlerini doğru yapmasıdır. Bu da liyakatı/ehliyeti şart kılar; “İşi ehline veriniz” ayetiyle ilgili rivayet şöyledir:
LİYAKATIN KRİTERİ DİN DEĞİLDİR
Mekke’nin fethi öncesi Kâbe’nin temizliği, bakımı, anahtarları Osman bin Talha isimli kişidedir ve Talha Müslüman değildir. Peygamberimiz Kâbe’ye girmek istediğinde Hz. Ali ondan anahtarları alır; amcası Hz. Abbas da Kâbe’nin bu görevlerine taliptir, gelen anahtarları ona verir. O esnada “Yüce Allah size emanetleri ehline vermenizi ister” (Nisa/58) ayeti nazil olur. Mesaj açıktır; Hz. Peygamber, henüz Müslüman olmayan Osman b. Talha’yı çağırır ve anahtarları iade eder.