Sıkıntı Yok
Son zamanlarda hemen herkes bir diğerine, en ufak bir meselede “Sıkıntı yok!” şeklinde bir rahatlatma cümlesi kuruyor. Bu cümlenin bu kadar sıklıkla söylenmesi, genel bir sıkıntının var olduğunu, o an itibariyle...
Son zamanlarda hemen herkes bir diğerine, en ufak bir meselede “Sıkıntı yok!” şeklinde bir rahatlatma cümlesi kuruyor. Bu cümlenin bu kadar sıklıkla söylenmesi, genel bir sıkıntının var olduğunu, o an itibariyle ve en azından o küçük mevzuda bir sıkıntının “Hayret bir şey!” olmadığını ifade eder gibi duruyor. Halbuki olumlu bir ifadenin cepte hazır bulundurulması daha normalken, olumsuzluğu olumsuzlamayı günlük virtmiş gibi çekip durmak adet olmuş.
Sıkıntı; hazzın, kendinden olduğunu bir türlü kabul edemeyeceği çocuğudur. İlginç; haz da sıkılmanın…Çok canımız sıkılıyor, çünkü canımızın keyfini fincanda yüzük bulma oyunu gibi her fincan oyuğunda aradık, her hazzı deneyimledik. Onda bunda şundadır dedik. Dozlarını artırdık. Olmadı. Hiç birinde değilmiş. Can sıkıldı. Hem de bu oyunlardan.
Hiç oyundan can mı sıkılırmış? Sıkıldı fakat. Yapacak bir şey yok.
Yapacak çok şey var gibiydi. Yaptık. Yokmuş. Yaşadık gördük.
Eh şimdi n'apıcaz?
Yok mu bunun dahası? Daha ne denemedik? Denemek bizi hep yanılttı durdu. Denememeyi deneyebilir miyiz?