Hiç Sorma
İnsanlar daima “boşluğa bakan” hocalarına birbirinden ilginç “sorular” hazırlayadursunlar, hayatımızda sorunun yerine dair bir kaç laf edelim. Ona buna sataşmadan. Zira nasılsa ülkede hiç bir şey...
İnsanlar daima “boşluğa bakan” hocalarına birbirinden ilginç “sorular” hazırlayadursunlar, hayatımızda sorunun yerine dair bir kaç laf edelim. Ona buna sataşmadan. Zira nasılsa ülkede hiç bir şey kolay değişmiyor. Daha doğrusu kolay şeyler hızla değişirken, zorlu değişimlere, silkinmelere, yenilenmelere kimsenin pek cesareti yok. Aynı aktörler, oyunlar, sahneler, aynı izleyiciler...Birbirini tekrarlayan bir kitle, daima alkış tutan eller. Hep övgüyle kendi alçak göğüne dizili tahtlar, tahtlar ve putlar...Çok “orta” bir oyun bu. Hatta ortanın çok altında... Ne sergileyenler, ne sergilenenler de bir bıkkınlık gözlemlenmiyor. O nedenle üzülüp dertlenmeyelim. Neden böyle? Sorusunu hiç sormayalım bu Ramazan. Öyle işte, deyip kendi yolumuza düşelim.
İnsanın soruları, merakı, bilgiye(bilginin kendini tamamlaması anlamına gelen serüvenine) olan açlığı ve arayışı sonsuzdur. Ve sorular yitiğimize seslenişlerimizdir bir yerde. Hikmetle tamama ereceksek şayet. Yitiğimize dair eksikliğimizi fark edişimiz ve tamamlamak arzumuzun resmidirler…Cevaplar da buluşlardır. Hayatı “buldum” diye sevinçle karşılar insan o vakit. Anlamını kast ederek…
Bağlısı olduğumuz değerlere göre; soru ilmin, yani ardından gelecek olan cevabın ilk yarısı. Soru da cevap ta ilimden kopar der, eskiler. Ve eklerler; “Diken ve gül, toprak ve sudan, çamurdandır. Tıpkı dalâl/sapkınlık ile hidayetin ilimden koptuğu gibi...”