Güneşli yazlara hasretle
“Zaman geçtikçe anlamı derinleşip güçlenen”, galiba bir film için söylenebilecek en güzel söz. . Şu sıralar çok konuşulan “Aftersun / Güneş Sonrası” için de son derece...
“Zaman geçtikçe anlamı derinleşip güçlenen”, galiba bir film için söylenebilecek en güzel söz. . Şu sıralar çok konuşulan “Aftersun / Güneş Sonrası” için de son derece geçerli. Aradan birkaç saat hatta birkaç gün geçti, durup durup bir karesi, bir anı geliveriyor gözümün önüne. Açıp bir daha bakayım şu sahneye diyorum. İlginç, çünkü izlerken ara sıra “Eee?” dediğim oldu, “Ne olacaksa olsun artık”. Şok edici olayları peş peşe yaşayıp şaşırmamaya alışmış çağımız insanının defosu.Halbuki “Aftersun”, zamanın daha yavaş aktığı, büyük büyük olayların yaşanmadığı, elimizdeki cep telefonundan sürekli birilerinin bizi yanıp sönen “Son dakika”larla dürtmediği bir çağın filmi. 1990’ların sonlarında bir tatil beldesinde geçiyor. Bakın gayrı ihtiyari “geçiyor” dedim, “olaylar bir tatil beldesinde gelişir” klişesinde olduğu gibi. Hayır, olaylar gelişmiyor, biz seyirci olarak 30-32 yaşlarında bir babayla 11 yaşındaki kızının (“Normal People” dizisiyle kalplerimizde yer eden Paul Mescal ve şahane Frankie Corio) tatiline eşlik ediyoruz. Bunu da yetişkin Sophie’nin hafızasında dolaşarak yapıyoruz, bir daha yaşanamayacak olan o kıymetli anıya onun gözünden bakarak, eski filmlerdeki yüzlere...