Yunus Emre Enstitüsünden İlginç Etkinlikler

Günümüz dünyasında savaş, ‘yumuşak güç’ enstrümanları üzerinden cereyan ediyor. Atom bombası öldürür, yumuşak güç ise ikna eder. ‘Yumuşak güç’ün en iyi...

Günümüz dünyasında savaş, ‘yumuşak güç’ enstrümanları üzerinden cereyan ediyor.

Atom bombası öldürür, yumuşak güç ise ikna eder.

‘Yumuşak güç’ün en iyi izahı Hollywood’dur.

Rambo bir yumuşak güç markasıdır.

Tıpkı, Star Wars, Harry Potter gibi…

Bu markalar, emperyal istilacıların öncülü olan ‘sevimli’ ikna ordularıdır.

Dokunduğu bedene bürünen Matrix’in ajanları gibi kitleyi içerden kuşatarak dönüştürürler. 

Yumuşak gücü kullanan devletler milli karakterlerini, milli politikalarını o güce enjekte ederler. Siz Rambo’ya sempati duyduğunuz anda aslında Amerikan politikaları  bir müttefik, Amerikan malları ise bir müşteri daha kazanmış olur.

Dünyada bunun pek çok örneği var.

İspanyolların Cervantes, Almanların Goethe, İngilizlerin British Council, Fransızların Fransız Kültür Merkezi kuruluşları gibi…

Bunların hepsi yabancı topraklara konuşlanmış ileri karakol merkezleridir …Post-modern ‘Haçlı’ organizasyonları...

Kültür, istilanın kamuflajıdır ve bütün kuşatmalar kültür üzerinden başlar.

Mesela Taksim’de faaliyet gösteren Fransız Kültür Merkezinin bir etkinlik tanıtımı şöyle:  “Fransız Kültür Merkezi kütüphanesi çocuklara ve gençlere özel bir önem veriyor ve onlara yaklaşık 13.500 Fransızca materyal sunuyor…” Bir diğeriyse şöyle: “Fransız Kültür Merkezi kütüphanesinin müzikal kahvaltıları başlıyor!  Ayda bir kere bir araya gelip keyifli vakit geçirerek Fransız müziği hakkında sohbet edeceğiz.”

Bir Hristiyan kutlaması olan ve Meksika’nın en ünlü geleneklerinden“Ölüler Bayramı” İstanbul Cervantes Enstitüsünde Türk katılımcılarla kutlanıyor…

Pek çok ülke kendi kültürel çıktılarını çeşitli etkinlikler yoluyla insanımıza tanıtmaya çalışıyor. Aslında devletlerin uluslaraşırı kültürel politikalar uygulamalarında anlaşılmayacak bir yan yok.  Bu gayet normal. Önemli olan bu kültürel saldırganlığa ne ölçüde karşı koyabildiğiniz.

****

Türkiye 2009 yılında bir enstitü kurarak meseleye güçlü bir giriş yaptı.

Onlarca ülkede kurulan enstitüye “insani değerleri, insan sevgisini ve toplumsal barışı temsil etme özelliğinden dolayı, Anadolu mutasavvıfı Yunus Emre adı verildi.” Misyon ise “Türkiye'yi, kültürel mirasını, Türk dilini, kültürünü ve sanatını tanıtmak” olarak lanse edildi.

Enstitüyle, Anadolu değerleri, Anadolu kültürünün zengin eserleri “küresel” ölçekte tanıtılacaktı. Cumhurbaşkanı Erdoğan “Sadece yeni değerler yetiştirmek noktasında değil, sahip olduğumuz kıymetleri küresel düzeyde anlatma ve büyük kitlelerin onları tanımalarını, onlardan etkilenmelerini temin konusunda da kat etmemiz gereken çok mesafe var.” diyerek misyonun hassas vazifesini belirtti.

****               

Bu doğrultuda Yunusu Emre Enstitüsü Balkanlar başta olmak üzere pek çok ülkede faaliyetler organize ediyor. Merkeze Türkçe alınarak çok ortaklı projeler gerçekleştiriliyor. Buraya kadar tamam.

Ancak geçtiğimiz günlerde Enstitü çatısı altında yapılan bir etkinlik, “misyon”un ne kadar dikkate alındığını gözler önüne serdi.

Yunus Emre Enstitüsü Kosova Priştine’de “Türk kültürünü tanıtma” adına “Türk Caz Haftası” düzenledi. Üstelik bu ilk değildi. Bu yıl 6.sı organize edilmişti ve Türk havayolları da etkinliğin sponsorlarındandı.

Bu,  Fransızların “Bozlak Haftası”  veya İngilizlerin “Uzun Hava Festivali” düzenlemesi kadar fantastik bir durumdu.

Bu ilk skandal değildi tabii.  Aynı enstitü, 15 Eylül 2016’da yani, 15 Temmuz darbe girişiminden sadece iki ay sonra, Türkiye’de hayat altüst olmuşken, Londra’da Art Meets Fashion” adıyla “gece elbiselerinden” oluşan bir defile düzenledi.

İnsan bu etkinlikleri yan yana koyup düşünmeden edemiyor! Türkiye hükümetinin finanse ettiği, amacı “Türk kültürünü” tanıtmak olan bir kuruluş nasıl olur da “Türk kültüründen” bu denli uzak işlere imza atabilir?

Aynı kuruluş nasıl olur da darbe şoku yaşayan Türkiye’nin sancılı atmosferinden kopuk etkinlikler organize edebilir? 

Ayrıca, caz, Doğu Anadolu yöremize ait bir müzik türü müdür mesela?

Barak ve bozlağımızın üniversal bir değere haiz olmadığı düşünüldüğü için mi Kosovalılara kendimizi ‘caz’la anlatmaya çalışıyoruz? 

İç Anadolu motifi taşımayan “gece elbiseleri” hangi yöremizin geleneksel çizgilerini İngilizlere tanıtacaktır?

Yunus Emre Enstitüsü misyonu gereği bu soruların cevaplarını vermelidir.  Yerelliğiyle evrensel ilgi uyandırmış Akira Kurosawa sineması veya Goran Bregoviç’in folklorik müziği gibi, otantik kültürümüzü yansıtacak eserlerle küresel platformlara çıkılmalıdır.    

RAMAZAN EKRANINDA GÖZE ÇARPANLAR

28 Mayıs’ta, mizaha müstehcenlik muamelesi yapan sitcom dizinin 1.,

çıplaklığı meşrulaştıran Acun imzalı Sorvivor’un 3. olduğu gün, listeye 79. sıradan girebildi.

Martin Scorsese imzalı “Köstebek”in zevksiz bir taklidi olan “İçerde”nin 2.

 milli programımız haline gelen Sorvivor’un 6.,

günlük dizi “Beni Affet”in bile 16. olduğu gün listenin 52. sırasında yer aldı.

Son günlerin fenomen programı “Kur’anı Kerim’i Güzel Okuma Yarışmasından” bahsediyorum.

Bazı okurlar bu programa neden bu kadar dikkat çektiğimizi merakla soruyorlar.

Kirlilikte yarışılan bir ekranda, Ömer Seyfettin’in “İlk Namaz” hikayesinden çıkmışa benzeyen beyaz başörtülü kadınların ve muhterem beyefendilerin konuk olduğu Kur’an’ı Kerim tilavetine şahit olmak adeta bir milat. Bir de bu noktaya Erbakan’ı ekranlarda görebilmek için haftalarca beklenilen dönemlerden gelindiyse, yapılan iş büsbütün anlamlı hale geliyor.

Ancak reytingler gösteriyor ki ramazanda dizi ve izdivaç programlarının izlenme oranlarında herhangi bir düşüş olmamış. Vatandaş iftar vakti ilahiyat içerikli programları izlemiş izlemesine ama hem gündüz hem de akşam rutin izleme alışkanlığında bir değişikliğe gitmemiş.  Demek oluyor ki, şeytanların  bağlı olduğu mübarek ayda izleyici çıplaklık, entrika, şiddet ve gösteriş merakından ödün vermemiş. 

Kur’an’ı Kerim Programının Düşündürdükleri

Ne dizilerde ne de programlarda görmeye alışkın olduğumuz bir kesim, bu programla görünür hale gelmiştir.

Ekranlarda unutulan nezaket ve zarafet bu programla geri dönmüştür.

Dedikodusuz, garezsiz, öfkesiz, kamplaştırmayan bir yarışma yapılabileceği ispat edilmiştir.

Kur’an’ı Kerim tilavetinin nasıl bir terbiye ve disiplin işi olduğu net olarak anlaşılmıştır.

Dans, Ses, Yetenek yarışmalarıyla toplumu asimile etmek isteyenlere alternatif işler yapılabileceği gösterilmiştir.

YAZININ DEVAMI
ÇOK OKUNAN YAZARLAR
YAZARIN DİĞER YAZILARI
Şehir Alarm Veriyor! 13 Nisan 2024 | 121 Okunma Geçtiğimiz Haftaya Dair 06 Nisan 2024 | 63 Okunma Şehirler ve Seçimler 30 Mart 2024 | 80 Okunma Bireysel Silahlanma İhtiyacı ve “Kötü Adam” Gerçeği 23 Mart 2024 | 48 Okunma Seçim 16 Mart 2024 | 55 Okunma
TÜM YAZILARI
Yorumlar