Yazar, dış müdahalelere boyun eğerse...
Sanat eseri, siparişle, buyrukla ya da okurların isteği gözetilerek vücuda getirilmez. Eser üzerinde zamanın, mekânın, siyasi, sosyal ve psikolojik ahvalin etkisi yok mudur? Vardır elbet! Onu üreten zihin, dış faktörlerden de...
Sanat eseri, siparişle, buyrukla ya da okurların isteği gözetilerek vücuda getirilmez. Eser üzerinde zamanın, mekânın, siyasi, sosyal ve psikolojik ahvalin etkisi yok mudur? Vardır elbet! Onu üreten zihin, dış faktörlerden de etkilenir ve bunlar şöyle ya da böyle sanata yansır. Ama son kertede özne sanatkârdır, eserine dışarıdan yapılan her müdahale, doğal yapısını, bütünlüğünü, anlam ve ahengini bozar, his, fikir ve hayali âdeta öldürür. Oysa sanat eseri canlı bir organizmadır, kendisine temas eden herkese farklı şekillerde ve derecelerde akmak, değmek ister.
Neşet Ertaş’ın bir türküsündeki gibi -aşkta olduğu üzere- eserle muhatap arasında “gönülden gönüle gider” bir “gizli yol” vardır. Eserdeki his, fikir, hayal, işte bu yol vasıtasıyla muhatabın kalbine akar. Ama samimiyet ve doğallık olmadığında, o yol kesilir, eser ölü doğar. Sipariş, buyruk veya okurun isteğine göre yazmak, işte buna sebep olur; sanatkârın rahmindeki çocuğun ölü doğmasına, bütünlüğün ve anlamın bozulmasına, dolayısıyla muhatabın gönlüne değmemesine.
Haldun Taner’i okuyucularımın çoğu bilir. Ben onun hikâyelerinde hep Osmanlıya özgü zarif, ama yeri geldiğinde keskin bir dil, ince bir nükte...