Kan kentleri...
Ölüm o kadar yayıldı ki, o kadar ağır ki… Havada, toprakta, suda, ateşte, sanki her yanda. Bir fırtına gibi, pencerenin kenarlarından, kapının altındaki boşluktan üflüyor, sürekli inleyen...
Ölüm o kadar yayıldı ki, o kadar ağır ki… Havada, toprakta, suda, ateşte, sanki her yanda. Bir fırtına gibi, pencerenin kenarlarından, kapının altındaki boşluktan üflüyor, sürekli inleyen çocuğunu kaybetmiş bir anne gibi kendini daima hatırlatıyor. Rüzgâr eser de bir inilti sesi çıkar ya! Soğuk ve esrarengiz bir ses, karanlıkta uğursuz bir haberi tekrar eder durur, kasveti bir nakarat! Öyle. Ruhum, toz, duman içinde, enkaz altında. Dışarıda, içerde, sokakta, baktığım yerde, zihnimde kasvetli bir hava dönüp dolaşıyor.
Kara bir duman peşimi bırakmıyor, etrafımda dans ediyor, kıvrılıyor, sarılıyor. Onca acı haber içinde bir uğultu, sosyal medya, politikacılar, gazeteciler, televizyonda bürokratların ve politikacıların soğuk ve ruhsuz yüzleri… Aklıma Ece Ayhan’ın bir mısraı geliyor: “Ölüm artık ayakta karşılanmıyor, karşılanmaz!”.
Gerçekten öyleydi. Geçmişte bir tabut geçerken, kahvede oturanlar ayağa kalkardı, arabalar dururdu, insanlar tabuta omuz vermek için koşarlardı. İsmet Özel de aynı şeyi söyler: “Ölüm gelir, ölüm duygusuna karşı saygısız”
Üniversitede bir arkadaşımı son yolculuğuna uğurladık bugün, Ali Abbas Çınar’ı. Gülüşü ay gibi yüzünü parlatırdı....