Don Sandalio’nun bayramı kutlu olsun…
Sezai Karakoç’un “Hızır’la Kırk Saat”inde Hızır âdeta dünya üzerinden uçarken şöyle der:“Beni afyonunuz bağlasaydı daUyusaydımBu katı bu sert kente gelmeseydim” (Diriliş...
Sezai Karakoç’un “Hızır’la Kırk Saat”inde Hızır âdeta dünya üzerinden uçarken şöyle der:
“Beni afyonunuz bağlasaydı da
Uyusaydım
Bu katı bu sert kente gelmeseydim” (Diriliş Yay., 2012, s. 175)
Miguel De Unamuno’nun “Satranç Ustası Don Sandalio’nun Romanı” (Çev. Beyza Fırat, Ketebe Yay., 2018) adlı eserini okuduktan sonra bu dizeler geçti aklımdan. Bu dünya, Karakoç’un dediği gibi ‘katı ve sert’… Belki de Cennet’ten düşüş’ün verdiği büyük acı’yla dünya gurbetindeki ‘ötekiler’le -Unamuno’nun deyişiyle ahmaklardır onlar- ünsiyet peyda edemiyor Unamuno’nun hikâyesindeki kahraman. Kaçış, dünyadan ve toplumdan kaçış onun kaderi, antropomofobi yani. Sıradanlığa, yüzeyselliğe, eserdeki deyişle ‘ahmaklık’a, “onların aptal medeniyetleri”ne (s. 21), “uysal ahmaklığın o uğultulu” (s. 48) dalgasına katlanamayış, onu ve onun gibileri toplumun dışına kaçmaya mahkûm ediyor. Derin bir yara bu! Yarası olan yaralıyı bulur. Yaşlı bir meşe ağacı. İçi oyuk, derin bir boşlukta büyük bir yara… Bir mağara, bir kaçış yeri, bir sığınak. Ashab-ı Kehf de o ‘katı ve sert kent’e düşmüştü, sığındığı bir meşenin derin oyuğu, yani mağara değil...