Kokuşmuşluk kurumların kaderi mi?

Bazen eşimizle dostumuzla sohbet ettiğimizde, özellikle kamu kurumlarında çalışanlar içinde bulundukları ve çalıştıkları kurumlardan memnun değiller. Pek çok insandan her defasında torpil...

Bazen eşimizle dostumuzla sohbet ettiğimizde, özellikle kamu kurumlarında çalışanlar içinde bulundukları ve çalıştıkları kurumlardan memnun değiller. Pek çok insandan her defasında torpil, kayırmacılık, mikro milliyetçilik, mobbing, hemşehricilik konusunda özellikle yöneticilerin yanlış tutumlar içerisinde oldukları yönünde şikayetler geliyor.

Kiminle konuşsak halinden memnun değil. Pek çoğu yalan, iftira, dedikodu ve ayak kaydırmaya dönük yakışıksız fillerden muzdarib olduğunu ve hakkının yendiğini söylüyor. Demek ki kamu ahlakının seviyesinde ciddi düşüşler var. Ama bunlar konuşulmuyor, gündeme getirilmiyor. Çünkü korku var. Baskı, azar, mobbing ve tenzil-i rütbe korkusu var. İnsanlar rahat değiller. Herkes diken üzerinde. OHAL şartlarında olduğumuz günlerde özelikle kamu çalışanlarında bir kuru iftiraya uğrayıp, mesela FETÖ’cü damgası yiyip işinden gücünden olma korkusu var. Olmadı mı? Oldu. Üniversitelerden, belediyelerden, merkezi idareden hiçbir bağlantısı olmadığı halde örgütçü damgası yiyerek, sırf başındaki yöneticinin kaprisi yüzünden hayatı karartılan insanlar var. Peki bu tip durumlar neden vuku buluyor? İşin kaynağına bakmak lazım. Birinci sebep, insanların bireysel çıkarları için başkalarını çok kolay harcama eğiliminde olmalarıyla alakalı. Yükselmek, terfi etmek ya da yerini korumak için insanlar hiç çekinmeden dinimizce ve evrensel ahlak ilkelerince çirkin, günah sayılabilecek dedikodu, iftira, karalama gibi yöntemlere başvurabiliyorlar. Üstelik bunu, adı muhafazakâr, dindar, İslamcı olanlar yapıyor. İkinci sebep hizipçilik, grupçuluk, cemaatçilik. Şimdilerde FETÖ olaylarından sonra ortaya çıkan boşluğu doldurmak üzere kamu kurumlarını cemaatler paylaşma yolunda hızla ilerliyorlar. Filan üniversitede filan cemaatin adamları, filan bakanlıkta filan tarikatin adamları, filan kurumda filan ekolün müritleri ya da temsilcileri. Bir kez içeriye nüfuz eden, peşinden diğerlerini de çekiyor. Üçüncü sebep hemşehricilik. Eskiden hatırlarsanız büyük kamu kurumlarının başkanları nereliyse kurum bir süre sonra neredeyse tamamıyla oralı olurdu. Niğdeli, Ordulu, Denizlili vs. Şimdi de aynı hastalık devam ediyor. Kurumun en başındaki adam Trabzonlu, bakıyorsunuz daire başkanları Trabzonlu, çalışanlar Trabzonlu, yöneticilerin kuruma soktukları eşi, dostu, akrabası Trabzonlu… Ya da Erzurumlu. Üstelik bu hemşehri dayanışması bir süre sonra başkalarına kan kusturmaya kadar varabiliyor. Yani kendi ilinden, beldesinden köyünden olmayana… Köylücülük, hemşehricilik, mikro milliyetçilik bugünlerde büyük bir baş belası ve büyük bir hastalık kurumlarda. Yani köylülük, o asil, o nazif halinden yani milletin efendisi olma halinden evrile evrile haddi zatında bir pespayelik olan köylücülüğe dönüşüyor. Niye? Adam geleceğe yatırım yapıyor. Yanına aldığı beslemeler gün geldiğinde işine yarayacak. Bütün bunlar maalesef vakıadır ve gerçektir. İnanmayan dönsün kendi kurumuna, yakınlarının durumuna bir baksın. Bunlar birer siyasal ve kamusal hastalıktır. Bu hastalıklar tedavi edilmeden, ya da sağlıklı bir işe alım, terfi, ödül sistemi kurulmadan bu hastalıklar bir gün kangren haline gelecektir.

Türkiye’de özel sektör çalışıyor kamuyu besliyor. Özel sektörden alınan vergilerle devasa bir kamu kitlesi besleniyor, bakılıyor. Kamunun her bir kılcal damarında aslında özel sektörün emeği var. Her bir memurun maaşında aslında özel sektörde asgari ücretle çalışan işçinin alınteri var. Memur sayısı ise günden güne büyüyor. Özel sektör istihdam ve ücretlendirme konusunda yeterince büyümediği için devlet nüfusun yarısına kamuda bakmak zorunda. Bu sağlıklı bir yapıya işaret değil. Hele bir de bu durum ortadayken kamu ahlakının günden güne dibe vurması, yukarıda sayılan hastalıkların bünyeyi bir habis ur gibi sarması tehlikenin büyüdüğünün en açık göstergesi. Amacımız kimseyi karalamak, moral bozmak ya da negatif bir iklim oluşturmak değil. Bir yaraya parmak basmak. Umarım gelecek günlerde her şey bugünkünden daha iyi olur.

***

Nazif Hoca’ya Allah Rahmet Eylesin

bir bir değerlerini ebediyete uğurluyor. Değerli iş adamları, yazarlar, siyasetçiler, ilim adamları aramızdan bir bir ayrılıyorlar. Ancak alimlerin ölümleri diğerlerininki gibi değil. “Alimin ölümü alemin ölümü gibidir” derler geleneğimizde. Hakikaten de öyledir. Prof. Dr. Mehmet Nazif Şahinoğlu evvelki gün dar-ı bekaya irtihal eyledi. Allah yakınlarına sabırlar versin. Ben şahsen kendisini Beyan Yayınları’nda tanıma imkanı buldum. Zaman zaman sohbetine iştirak ettiğimiz olmuştur. Haftalık Beyan sohbetlerini sağlığında hiç kaçırmaz muhakkak her hafta iştirak ederdi. İslami konularda oldukça hassas bir yapıya sahipti. Doğru olarak bildiği konularda asla geri adım atmaz, mesele İslami konular olduğunda dik durur, asla taviz vermezdi. Kendisi hafızamda hayırla yad edilecek değerli bir büyüğümüz olarak kalacaktır. Tabi kuşak olarak bizden çok öncekileri temsil etmeleri hasebiyle geç tanıdık. Ancak dirayetli kişiliğinin genç-yaşlı herkesi etkilediği bir hakikattir. Allah hayatta olan alimlerimize uzun ömürler ve sağlık versin. Beyan Yayınları hocanın hayatını konu edinen bir hatırat kitabı yayınladı. Merak edenler alıp okuyabilirler. Hocanın çok ilginç özellikleri var. Ben burada yazmayayım, biraz merak edin, kitabı temin edin, okuyun. Allah gani gani rahmet etsin.

YAZININ DEVAMI
ÇOK OKUNAN YAZARLAR
YAZARIN DİĞER YAZILARI
Karşılıksız aşk ve siyasetin sitcom’u 01 Ağustos 2020 | 216 Okunma Bu zamana kadar neredeydiniz? 30 Ağustos 2018 | 153 Okunma Memlekete Dolar, Euro, Yuan, Ruble, Dinar Akıtacaksak 22 Ağustos 2018 | 7.087 Okunma Sarışın Şeytan (D.T) ve Ortakları: 'M.L, M.S, G.S' 15 Ağustos 2018 | 5.207 Okunma Aptal ABD ve Aptal Uşakları! 08 Ağustos 2018 | 225 Okunma
TÜM YAZILARI
Yorumlar