'Survivor'da şampiyon perşembe gecesi belli oldu. Gönüllüler
takımının azimli üyesi Ogeday Girişken, bileğinin hakkıyla
rakiplerini geride bırakarak altı aylık maratonda ipi göğüsleyen
isim oldu.
Öncelikle Acun Ilıcalı ve ekibine kocaman bir teşekkür. Şu kurak
televizyon ikliminde, bu sezon üzerinde kalem sallayacağımız, yorum
yapabileceğimiz, heyecanla takip ettiğimiz bir programı önümüze
koydukları için. Yarışma bu sezon gerçekten de 'En'lerin
'Survivor'ı nitelemesini sonuna kadar hak etti.
Ancak bu aşamada itiraz ettiğim bir nokta var. Bu görüşüm belki
bundan sonraki yarışmalar için de ekibe yol gösterebilir, katkı
sağlayabilir umuduyla yazıyorum. Büyük takımların eski ya da yeni
sporcularının yarıştırılması, 'sıradan' yarışmacılar aleyhinde bir
haksız rekabete yol açıyor. Büyük çoğunluk, yarışmadaki
performanslardan ziyade, gönül verdiği takımın sporcusunun
kazanmasını arzu ediyor. Durum böyle olunca da ibre, büyük takım
sporcularının lehinde işliyor. (Finale kalan üç isim; Adem Kılıççı,
Ogeday Girişken ve Serhat Akın, Fenerbahçe Kulübü'nün lisanslı
sporcularıydı. Beşiktaşlı İlhan Mansız da mücadelesini son haftaya
kadar sürdürdü) Zaten 'sporcu' olmanın parkurlardaki avantajını
sonuna kadar kullanıyorlardı, buna bir de 'fanatizm rüzgarı'
eklenince, önlerinde kimse duramadı. Tabii ki bu başlı başına
belirleyici bir etken değil. Öyle olsa, 'Survivor'ı her yıl eski
ünlü futbolculardan biri kazanırdı. Ama süreç daha önce işliyor.
Takım fanatizmi, bazı gelecek vâdeden yarışmacıların daha finale
gelmeden önünü kesip onların adlarını finale yazdırmalarını
engelliyor. Örneğin, Sema... Bana göre finalde mücadele edecek iki
yarışmacıdan biri olmayı çoktan hak etmişti. Olmadı; Serhat, Ogeday
ve Adem'in oy potansiyellerine direnemedi. Diyeceğim o ki;
sporcular, adaya ceplerinde hazır bulunan 'taraftar' oylarıyla
gidiyor. Üstüne ekledikleriyle de avantaj sağlayıp finale
koşuyorlar. Diğerleri de nal topluyor...