Bizde 'vakit öldürmek' diye bir deyim var. Sanırım sadece
bizim dilimize özgü bir anlatım. Ne acıdır ki, 'vakit geçirmek' ile
eş anlamlı kullanıyoruz bu deyimi. Peki vaktimiz, öldürecek kadar
ucuz mu? Bana göre bir ülkede insana verilen değer ne kadar ucuzsa,
insanın ömrü de o kadar ucuzlar. Elimizle öldürdüğümüz ya da
başkaları tarafından fütursuzca çalınan vaktimizin peşine
düşmedikçe de, o ömürler ucuzlamaya devam eder.
Peki birer Türk vatandaşı olarak hayatımızdan en çok zaman
çalan, en azılı ömür hırsızını teşhis ettik mi? Ben size failin
robot resmini çizeyim: Dört köşe bir kutu. Son zamanlarda iyice
zayıfladı, derinliği birkaç santime kadar indi. Evimizin baş
köşesinde duruyor. Hipnotize olmuş gibi sürekli onun ağzının içine
bakıyoruz.
Peki adına 'televizyon' denilen bu hırsız, zamanımızı nasıl
çalıyor, vaktimizi nasıl öldürüyor?
İstatistikler diyor ki; 'Türk televizyon izleyicisinin büyük
çoğunluğu için televizyonda ne gösterildiği önemli değil.
Televizyon izlemek onlar için bir refleks, bir rutin, bir
tiryakilik haline gelmiş.' Yani çoğumuz için ekranda ne olduğunun
hiçbir önemi yok. Gözlerimizi ona dikmek bize yetiyor. Gözüne far
tutulmuş tavşan gibi ortalama günde 4.5 saatimizi ekran başında
geçiriyoruz. Ne izlediğimizi bilmeden... Bundan daha büyük bir
zaman, emek ve enerji israfı olabilir mi?