Uyuşturucuyla mücadelenin, en az terör ve trafik kadar öncelikli
bir meselemiz olduğunun altını defalarca bu sütunlarda çizdim.
Uyuşturucu, geleceğimizi ipotek altına alıyor, hatta yok ediyor.
Büyük kentlerin meydanlarında, parklarında, bulvarlarında perişan
halde yerlerde sürünen gençler burnumuzun direğini sızlatıyor.
Özellikle İstanbul'un uyuşturucu trafiğinde bir 'köprü' olmaktan
çıkıp 'en büyük pazarlama noktası' haline gelmesinden büyük bir
endişe ve üzüntü duyuyorum. Gençlerimize uyuşturucu şırınga etmek,
kökü dışarıda terör örgütlerinin en kalleş savaş yöntemlerinden
biri haline geldi.
Devlet, uyuşturucu ile savaşta varını yoğunu ortaya koyuyor. Hem
Güneydoğu'daki uyuşturucu tarlalarına, hem de büyük kentlerdeki
pazarlama noktalarına son derece ciddi ve başarılı operasyonlar
düzenleniyor. Ama tıpkı 15 Temmuz'da olduğu gibi, bu mücadelede de
polisimizi, askerimizi yalnız bırakmamalıyız.
Bu savaşın cephelerinden biri de medya olmalı. Bizler de medya
mensupları olarak üzerimize düşen sorumluluğu yerine getirmeliyiz.
Ancak bu konuda geçmişte fazlaca hata yaptık. Uyuşturucu kullandığı
ve pazarladığı hukuk önünde sabit olanları bile sırf 'sanatçı'
etiketlerinden dolayı televizyonlarda, köşelerde kahramanlaştırdık.
Bunca reality şov programı içinde konusunu sadece uyuşturucu
kurbanlarından alan, aileleri bu konuda uyarmayı hedefleyen bir tek
program yapmadık. Bunca dizi bolluğunda, uyuşturucu ile mücadeleyi
misyon edinen, konusunu kurbanlardan ve onları kurban edenlerden
alan bir tane 'vurucu' dizi yapmak aklımıza gelmedi. Hatta
uyuşturucu tehlikesine dikkat çeken, ebeveynleri uyaran, uzman
görüşlerine topluca yer veren bir 'gazete eki' bile
yayınlayamadık.