Pazar akşamı ailece bir ahbap ziyaretinden dönüyorduk. Saat
18.30 sularında Sarıyer merkezdeki Şehit Mithat Yılmaz Caddesi
üzerinde trafik ışığının yeşile dönmesini beklerken, beyaz bir araç
kavşağa ters yönden girdi. İçinden çıkan biri, ateş etmeye başladı.
Karşıdan da silah sesleri geldi. İlk işim, arkada oturan kızıma
"Koltuğa yat" diye bağırmak oldu. Bir-iki saniye içinde beynimden
geçen bin olasılığı muhakeme ettim. Yürüsem, acaba iyice
kurşunların güzergahına girer miyim? Dursam, 5 metre önümde 6-7 el
ateş eden adam için "görgü tanığı" olarak hedefe mi alınırım?
Sonunda kırmızı ışık yeşile dönmeden fırladım. O sırada saldırgan
aracına bindi, o telaşla kavşaktaki adanın üzerinden uçup, ters
yönden yoluna devam etti...
Film sahnesi gibi değil mi? Elimiz ayağımız titreye titreye,
Allah'a şükrederek evimize döndük. Kızım iri iri açılmış gözleriyle
"Ne oldu?" diye sorup duruyordu. Annesi cevap verdi: "Bir şey yok
kızım. Hani senin sahilde beslediğin Sarıyer'in martıları var ya,
işte onlar ortalığı çok kirletiyormuş, bir abi de onları korkutmak
için havaya ateş etmiş..." Kızım yeniden sordu: "Martıları öldürmüş
mü peki?" Annesi: "Yok kızım, niye öldürsün, korkutmak için...