Yılmaz Özdil Sözcü Gazetesi

İmralı yolcuları

1999 yılıydı. Haziran ayıydı ama, soğuktu, kış gibiydi. Bardaktan boşanırcasına yağmur yağıyordu. Deniz otobüsü saat tam 07.40’ta Mudanya’dan hareket etti. 108 yolcusu vardı. 26 müdahil avukat, 38 izleyici, 12 şehit yakını, 12 yabancı izleyici, 12 gazeteci, 8 yabancı gazeteci... Kimse konuşmuyordu. Herkes dalgııın dalgın denize bakıyor, dışarıdaki kapkara havayı seyrediyordu.

21 Kasım 2025 | 478 okunma

Deniz otobüsüne sahil güvenlik botu eşlik ediyordu, hemen üstlerinde askeri helikopter uçuyordu.

İmralı’ya gidiyorlardı.

Yanaştılar iskeleye, indiler.

Adeta hüzün kortejiydi, sessizce yürüdüler.

Önünde Atatürk büstü bulunan, gönderine Türk Bayrağı çekilmiş binaya geldiler, kapıda tek tek retina kontrolleri ve yüz taramaları yapıldı, elektronik turnikelerden geçtiler, 132 kişilik duruşma salonuna girdiler, kendilerine eşlik eden askerlerin gösterdiği yerlere oturdular.

Abdullah Öcalan getirildi.

Kenya’da yakalanmasının üzerinden 3.5 ay geçmişti.

Kurşun geçirmez cam kafese oturtuldu.

Naziler cam kafeste yargılanmıştı, soykırım suçu işleyen Sırp generaller cam kafeste yargılanmıştı, Almanya, Kızıl Ordu fraksiyonunu, İtalya, Kızıl Tugaylar’ı cam kafeste yargılamıştı, şimdi de Öcalan cam kafesteydi.

Hakimlerin tam karşısındaydı. Sol tarafta Öcalan’ın avukatları ve yakınları oturuyordu. Sağ tarafta müdahil avukatlar ve şehit yakınları oturuyordu. Kafese ses düzeni kurulmuştu, o sistemle duyuyor ve konuşabiliyordu.

İşte oradaydı...

Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en kanlı terör örgütünün elebaşı, süklüm püklüm karşılarındaydı.

En önce, astsubay kıdemli üstçavuş eşi gözlerinin önünde şehit edilen, hemşire Yıldız Namdar’a söz verildi.

“Sadece hayat arkadaşımı değil, hayallerimi kaybettim” dedi.

Müdahil avukatlar ağlıyordu. Mahkeme başkanı Turgut Okyay kürsünün altına eğildi, mendiliyle gözlerini sildi.

Film şeridi gibi anlattı Yıldız hemşire... “Murat kocamdı, canımdı, her şeyimdi, ömrü boyunca Türk-Kürt diye bir ayrım yapmadı, yemin ediyorum hiç kimseye ayrım yapmadı, her insan evladı gibi o da annesini özlemişti, izne gidiyorduk, arabamızda babam ve halam da vardı, Erzincan’ı geçtiğimizde Türk askerinin üniformasını taşıyan bir grup tarafından yolumuzu kestiler, durduk, kimlik sordular, kocamın adını söyleyerek (Murat) dediler, rütbesi yerine ismiyle hitap etmeleri normal değildi, bu yol kontrolünü yapanlarda tuhaf bir şeyler vardı, üzerlerinde şerefli Türk askerlerinin elbiseleri vardı ama, davranışları tuhaftı, ben şüphelenmiştim, sesimi alçaltarak (Murat bunlar terörist) dedim, Murat çok sakindi, ellerimi tuttu, (sakin ol hayatım, bir şey yok) dedi, elbette ne olduğunu anlamıştı ama beni teskin etmeye çalışıyordu, çocuklar ağlıyordu, babam da ağlıyordu, yolun her tarafını çevirmişlerdi, oradan geçmekte olan bütün araçları durdurmuşlardı, insanlıktan çıkmışlardı, Murat’ı arabadan indirdiler, götürdüler, yalvarıyordum ama, dinlemediler” dedi.

YAZININ DEVAMI

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Papa İznik’te Barzani Cizre’de 02 Aralık 2025 | 440 Okunma E hani piroydu? 26 Kasım 2025 | 628 Okunma Barış treni! 25 Kasım 2025 | 438 Okunma İmralı yolcuları 21 Kasım 2025 | 478 Okunma Kabristan cumhuriyeti 19 Kasım 2025 | 394 Okunma