Rahmetli Turgut Özakman, Şu Çılgın Türkler'de şahane anlatır…
*
Sarı atlas döşeli büyük oda, nezaretin ileri gelen subaylarıyla doluydu. Kapı açıldı, yaver göründü, “emrettiğiniz yüzbaşı geldi efendim” dedi. Nazır Ziya Paşa, odadaki subaylara izah etti, “az önce sözünü ettiğim talihsiz olayın faili” dedi, içeri alın…
Yüzbaşı içeri girdi, kaygılı bakışlarla kendisini izleyen
subayların arasından hızla ilerleyerek, nazırın masasının önünde
durdu, selam verdi, “Yüzbaşı Faruk, İzmir, beni emretmişsiniz”
dedi.
Uzun boylu, kumral, yakışıklı, biraz bıçkın havalı bir subaydı.
Nazır önündeki yazıya bakarak, yumuşak bir ses tonuyla “oğlum”
dedi, “bu konudaki emirlere rağmen, dün akşam Beyoğlu'nda İngiliz
inzibat subayı teğmen Miller'a selam vermemişsin, doğru mu?”
“Evet efendim, doğru.”
Nazır, babacan şekilde yol gösterdi, “herhalde görmediğin için
selamlamadın, değil mi çocuğum?”
“Hayır efendim, gördüm!”
Nazırın canı sıkıldı…
“Niye selamlamadın öyleyse? Selamlamanız için emir verilmişti!”
“Rütbesi benden küçük olduğu için selamlamadım paşam, askerlik
töresine göre, önce onun beni selamlaması gerekmez miydi?”