“Allah’ın verdiği canı yaşatmak amacıyla çaldığımız için günah
olmayacağını düşündük.”
1940’larda bir mahkemede hasta çocuğu için bostandan meyve çalarken
bekçinin vurduğu adamın karısı kocasını böyle savunmuştu.
Zor yıllardı. Savaş patlamıştı. 1940 yılında enflasyon %103, 1941
yılında %165 olmuştu. Ekonomi 1940’da yüzde 4.8, 1941’de
yüzde 10.4 küçülmüştü. Bütçenin yüzde 61’i orduya gidiyordu.
Kişi başına milli gelir 1600 dolardı.
Eksik beslenmeden akciğer hastalıkları yaygınlaşmış, hırsızlık
yüzde 50 artmış, gazetelerde her gün besleyemediği için çocuğunu
öldüren anne babalar, sokaklara terk edilen bebekler, karneyle
dağıtılan ekmek için yaşanan kavga edenler üzerine haberler
çıkmaktaydı. Varlık Vergisi’ne kadar ucu varacak tedbirlerden biri
1940’da çıkan Milli Koruma Kanunu’ydu ve bu kanunla ithalat
neredeyse durmuş, piyasayı kalitesiz, sağlıksız ürünler kaplamıştı.
Teneke bulunamadığı için sokağa atılmış gaz tenekelerinde yapılıp
gaz kokan peynirler, işlemeyen saatler, kesmeyen jiletler…
Bütün bu acı reçetenin sebebi ülkeyi savaşa sokmamaktır. Kapıdaki
savaşı içeri sokmamak işi de en başta Londra, Paris, Berlin
Büyükelçileri’ne düşmektedir.
7 Şubat 1940 günü Çankaya Köşkü Umumi Katibi (Genel Sekreteri)
Kemal Gedeleç, Paris Büyükelçisi Behiç Erkin’e “Hususi” ibareli bir
yazı yazar:
“Reisicumhurumuzun mahdumları (oğulları) için Delahi (Delahay)
marka bir spor otomobili almak istiyoruz. Motörü sekiz silindirli
olmak şartile bu markanın güzel modellerinden bir otomobilin
bedeli serbest dövizle ödenmek ve İstanbul’da gümrüksüz olarak
teslim edilmek şartı ile, kaça alınabileceğinin lütfen, iş, arını
ve mümkin olduğu takdirde intihap edilecek modelin bir de resminin
irsalini derin saygılarımla rica ederim.”