Bunca yıldır yazı yazarım gazete köşelerinde; aklımla yazdığımı
sanırsınız, oysa ben hep yüreğimle yazarım! Nereye takıldımsa onu
çıkarıp atamam kafamdan, yazarım. Şimdi bu FETÖ’cü suçlamaları var
ya. Hepiniz, hepimiz, Necati Doğru, Emin
Çölaşan da FETÖ’cü olabilir mi diye isyan ediyor ya. Zaten
iddianamedeki suçlama da pek dolambaçlı, FETÖ’cü görünmeyip ona
karşı çıkaraktan aslında yardım etmek filan gibi bir kıvırmaca.
Kılıfına uydurmak için çok uğraşmışlar. İyi güzel de Necati Doğru
ile Emin Çölaşan’a gelene kadar kaç bin kişiyi FETÖ’cü diye içeri
attılar? Kaç öğretmeni, kaç akademisyeni işinden ettiler? Kaç
kişiyi kelepçeleyip, başını öne eğerek arabalara bindirdiler? Kaç
ismini bilmediğimiz, tanımadığımız insanı? Bin, on bin, yüz bin?
Tıpkı bir zamanlar Ergenekoncu, Balyozcu, darbeci, casus diye diye
yüzlerce Atatürkçü subayı, aydını içeri tıktıkları, hayatlarını
kararttıkları gibi. O davaların hâkimleri, savcıları, polis şefleri
gerçek FETÖ’cülerdi. Bir kısmı kaçtı, bir kısmı içerde ama bir
kısmı görevde! Eri, öğrenciyi, küçük memuru darbeci, FETÖ’cü diye
diye müebbet cezaları verip içeri tıkan sistem, her ne hikmetse
başta siyasiler, en büyüklere dokunmadı, dokunamadı, dokunmak
istemedi, niye? Ve bunlar herkesin gözü önünde oluyor, herkesin
bilgisi dahilinde, herkesin tepkisine rağmen. Alay eder gibi.
Şaka mı bu?
Fethullah’ın masasında yanına oturup yemeğini
yemiş, evine gidip elini, eteğini öpmüş, hatta yanına girerken
kutsal bir mekânmış gibi başını örtmüş olanlar ödüllendiriliyor,
yıllarca ona methiyeler düzmüş olanlar yüksek mevkilere
getirilirken, yıllarca aleyhinde yazılar yazmış, onunla mücadele
etmiş olanlar hakkında davalar açılıyor. İnsan kendinden şüphe
ediyor. Ben bu zatın hep aleyhinde yazdım. Hatta sen ona nasıl
saygı göstermezsin diye tepki aldım, herhalde yakında beni de
FETÖ’cü olmakla suçlarlar diye psikolo...