Bazı insanların iyimserliğine hayranım. Onları cehennemin dibine
koysalar serinlemek için yelpaze ararlar ve mutlaka
bulurlar.
Muharrem İnce’nin şahsında CHP’yi fabrika ayarlarına döndürecek bir
lider bulanların iyimserliğini bir yana bırakıyorum. Zira bu buluş
sosyal psikoloji alanına giriyor, “toplu histeri” ya da “sosyal
şizofreni” gibi kavramlarla çalışmak lazım ki beni aşar.
Sıradan insanlarda iyimserlik bünyeseldir. Ben öyleyimdir mesela,
anneme çekmişim. Siyasî ve askerî liderlerin durumu ise tamamen
farklıdır. Onlar her zaman iyimser görünmek, dağılmaması için
kadrolarına umut vermek zorundadırlar.
Mesela Piramitler Muharebesi’nden, Marengo, Hohenlinden, Ulm,
Austerlitz, Borodino savaşlarından geçmiş bir askerî deha olan
Napoleon Bonaparte’ın, Waterloo Savaşı (1815) sırasında Prusya
Prensi Wilhelm’in 4. Süvari Kolordusu General Wellington’ın
saflarında savaşa katıldığı anda her şeyin bittiğini anlamamış
olması mümkün mü? Fakat zafer vaadini inatla sürdürdü. Gerçi onu
mazur görmek gerekir. Geri çekilerek ordusunu kurtaramazdı. Fakat
sonunda öyle bir an geldi ki İmparatorluk Muhafız Alayı bile yakın
mesafe top atışlarıyla imha edildi. İşte o anda Mareşal Ney
kılıcını çekip kahramanca saldırıya geçti fakat İngilizler ona ateş
açmaya tenezzül etmediler. “Git de seni Fransız askerleri vursun!”
diye bağırdılar. Nitekim öyle oldu. Bourbon Restorasyonu sırasında,
yıllar sonra heykelinin dikileceği meydanda kurşuna dizildi. Le
Grand Armée (Büyük Ordu) böylece imha oldu ve “silahlı ulus” olarak
örgütlenen Fransa’nın kılıçla Avrupa Birliği kurma çabası sona
erdi.
Elbette, bu kadar iddialı olmayan, naif umutlarla beslenen bir
i...