Göç insan varlığının ve tarihinin ayrılmaz süreçlerinden biri.
İnsan varlığı toprağa mutlak bir bağlılıkla mukayyet değil. Hatta
insanın varoluşu büyük ölçüde doğduğu topraklardan uzaklaşmasıyla
gerçek anlamda varoluşsal bir nitelik kazanıyor. O yüzden tarihte
bilinen bütün medeniyetlerin arka planında büyük bir göç dalgası
vardır. Ya gelen bir göç dalgası kurmuştur medeniyeti, beraberinde
getirdiği kültürle, anlayışla, vizyon ve enerjiyle. Veya mevcut bir
yerleşik toplum yine dışarıdan gelen göçlerin getirdikleriyle bir
ufku harmanlayarak bir medeniyeti inşa ediyor. Dünyada daha fazla
geçerliliği olan birincisi tabi, ama ikincisi de yok değil.
Bütün medeniyetlerin çöküş aşamasında kendilerini dışarıya kapatmak
gibi bir istidatları da oluyor. Kurulu medeniyet kendi güvenliğinin
derdine daha fazla düşer ve bunu temin edebilmek için bilhassa
kendi konforunu paylaşmaya gelen harici unsurlara karşı, göçmen
dalgalarına karşı kalın ve aşılmaz yükseklikte duvarlar örmeye,
hendekler kazmaya başlar.
Hendeklerini derinliği, duvarların yüksekliği ve sağlamlığı, aynı
ölçüde medeniyetin ne kadar çürümüş olduğunu, acılar içindeki başka
insanlara karşı ne kadar lakaytlaştığını da gösterir.
Bu aşamada medeniyetin sakinleri, kendi göçmen kökenlerini unutmuş
olarak, giderek göç dalgalarının getirdiği insanlara karşı
acımasızlaşır, onları belli ki insan yerine koymaz.