Ortadoğu, özellikle soğuk savaş yıllarından itibaren kendi
halklarını sıkı muhaberat rejimleriyle kontrol altında tutan
diktatörlerin Batılı ülkelerle kurdukları yanaşmacı ilişkilerle
ayakta kaldıkları bir coğrafya. Söz konusu yanaşmacı ilişkilerin
buradaki diktatörler için ödüllerinden birisi, genellikle insan
hakları, demokrasi, ifade özgürlüğü gibi konularda katlanılmaz ve
üstesinden gelinemeyecek bir baskıdan muaf tutulmaları oluyor.
Bu diktatörler demokrasi ve insan haklarını geliştirmemek için
ülkelerinde var olan İslamcı eğilimleri kolaylıkla bahane olarak
gösterebiliyorlar ve bu bahaneleri, kendi kendilerine hakem tayin
ettikleri Batılı çevreler tarafından kolaylıkla kabul görebiliyor.
Ceza sahasında İslamcılarla basit bir temasları, haksız olup
olmadıklarına bakılmaksızın, İslamcılar aleyhine bir penaltı
kararının verilmesi için yeterli oluyor.
Kimse gerçekten İslamcı bir şiddetin olup olmadığını veya varsa
bile İslamcıların bu şiddetin kurbanı mı, nedeni mi olduğunu
sormaya gerek duymuyor nasılsa. Dünyada bu İslamofobik duygular ve
önyargılar var olduğu sürece Müslümanlar her zaman olağan şüpheli
olarak diktatörlerin kendi katliamlarını, insan hakkı ihlallerini,
demokrasiyle sorunlarını haklı ve mazur kılmaya devam edecek gibi
görünüyor.