Yalçın Bayer Hürriyet Gazetesi

Sadrazamlık/başbakanlık makamı Türk geleneğidir

TÜRK tarihinde sadrazamlık (başvekillik/başbakan) makamının işlevini bir araştırın” diyor bir okurumuz. Örneğin büyük Osmanlı tarihçilerinin kitaplarına, Yılmaz Öztuna’nın Osmanlı...

11 Ocak 2017 | 212 okunma

TÜRK tarihinde sadrazamlık (başvekillik/başbakan) makamının işlevini bir araştırın” diyor bir okurumuz.
Örneğin büyük Osmanlı tarihçilerinin kitaplarına, Yılmaz Öztuna’nın Osmanlı Devlet Tarihi, İlber Ortaylı’nın Türkiye Teşkilat ve İdare Tarihi veya Metin Heper’in ‘Türkiye’nin Devlet Geleneği’ ya da Halil İnalcık’ın Osmanlı İmparatorluğu’nda ‘Klasik Çağ’ kitaplarına bir göz atın. Göreceksiniz ki, yeni Anayasa değişikliği teklifi ile Başbakanlık makamının kaldırılması Türk devlet geleneğine aykırı bir uygulamadır. Osmanlı devletinin daha başlangıcından itibaren adı ister ‘başvezir’ ister ‘sadrazam’ isterse de ‘başvekil’ olsun mutlaka padişah, sultan ya da reisicumhurun yanında hükümet siyasetini yürütecek bir makam bulunmuştur. İstanbul’u fethederek emperyal sisteme geçen mutlak padişah Fatih Sultan Mehmet bile sadrazamlık makamını lağvetmemiş, tersine divan-ı hümayuna başkanlık etmeyi bırakarak ‘kafes sistemine’ geçmiş, hükümet işlerini sadrazamın başında olduğu heyete bırakmıştır. Daha sonraki dönemlerde de saray ile hükümet ayrımı devam etmiş, sadrazamın konağının ve devamlı ofislerinin olduğu ‘Babıâli’ asıl güç merkezi olmuştur.
Türk tarihinde hiçbir hükümdar bütün gücü kendi sarayında toplamayı ve başveziri kaldırmayı denememiştir. Son dönemlerde ‘Yıldız Sarayı’, Babıâli’ye rakip olarak öne çıktıysa bile hükümetin yerini alamamıştır.
Milli mücadele döneminde bile ‘heyeti vekile’ bakanlar kurulu olarak görev yapmış, meclis hükümeti sisteminin gereği olarak ‘başvekil’ görev yapmıştır.
Özetleyelim, padişahlar tepede bütün sistemi temsil ederken, sadrazama mühür ile birlikte yürütme yetkisi de vermiştir. Yani başbakanlık her zaman vardır ve bu makamı gereksiz görmek doğru değildir.
GÜNÜN SÖZÜ
“Türkiye halkı yöneticileri ile birlikte hayatta en hakiki mürşidin (yol göstericinin) bilim olduğunu, onu inançları ile bağdaştırmak zorunda olduğunu kavrayamamıştır. Bu talihsizliği yaşamasa idi, eğer 50 li yıllardan başlayarak Türkiye Cumhuriyeti yöneticileri Atatürk’ün yolundan ayrılmayıp laikliği sürdürse ve iki aydınlanma odağı köy enstitülerini ve halk evlerini kapatmayıp yaşatsaydı oradan yetişenler uygarlığın en üst ürünleri ile donanıp yurtta ve dünyada barış bilincine kavuşsaydı, Türkiye bugün insani gelişmişlikte, bilimde, sanatta, eğitimde dünya ülkeleri arasında en önlerde olacak, etnik çatışma çıkmazında, kindar değil sınıf bilincindeki gençlerimizle barış içinde örnek bir ülke olacaktı.” Prof. Dr. Coşkun ÖZDEMİR

YAZININ DEVAMI

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Gürer: Et için doğru politikalar geliştirilmeli 03 Mayıs 2024 | 79 Okunma İklimi koruyan adil bir dönüşüm 02 Mayıs 2024 | 38 Okunma CHP belediyelerinin sayısı artınca sendikalar yarışta 01 Mayıs 2024 | 111 Okunma Yunanlar bayram ediyor 30 Nisan 2024 | 285 Okunma Kamudaki ihmallerden dolayı ölümle sonuçlanan ilk dava sonuçlandı... Çorlu tren kazası kararı herkesten övgü aldı 26 Nisan 2024 | 1.177 Okunma