Orucun ruhu ve onun
sırrı, kötülüklere düşmekte şeytanın yardımcısı olan kuvveti
zayıflatmaktır.
Ebü’l-Ferec Dârimî hazretleri
Şafiî mezhebi fıkıh âlimlerindendir. 358 (m. 969) senesinde
Bağdad’da doğdu. 449 (m. 1057)’de Şam’da vefât etti. Bir
dersinde buyurdu ki:
Oruç altı şey ile tamam olur:
Birincisi: Bütün kötülenen ve mekrûh olan şeylerden gözü
sakındırmaktır. İkincisi: Dili; gıybet, yalan, koğuculuk, ağız
bozukluğu, kaba söz ve mücâdeleden korumak, zikir, tesbih ve
Kur’ân-ı kerîm okumakla meşgul etmektir. Dilin orucu budur.
Üçüncüsü: Kulağı, dînen dinlenmesi haram olan her şeyden muhafaza
etmektir. Konuşulması yasak olan her şeyin, dinlenmesi de haramdır.
Peygamber efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) bir hadîs-i
şerîfte; “Gıybet eden ve dinleyen, günahta
ortaktırlar” buyurdu.
Dördüncüsü: El ve ayak gibi
diğer uzuvlarını, günah ve kötü şeylerden, midesini iftar vakti
şüpheli şeyleri yemekten korumaktır. Yoksa, günah olan şeylerden
sakınmadıktan sonra, orucun hiçbir sevabı kalmaz. Çünkü oruç, zâten
helâl olan şeylerden belirli bir müddet içerisinde sakınmaktır.
Oruçlu iken, helâl olan şeylerden bile sakındıktan sonra, oruçlu
bir kimsenin haram olanlarla meşgul olması ne demektir?
Beşincisi: İftar vakti, karnını
şişirinceye kadar yememelidir. Çünkü, orucun ruhu ve onun sırrı,
kötülüklere düşmekte şeytanın yardımcısı olan kuvveti
zayıflatmaktır. Bu ise, ancak yemeği azaltmakla mümkündür. Yemeği
azaltınca, kalp saf ve parlak olur.
Altıncısı: İftardan sonra,
kalbinin ümit ile korku arasında olmasıdır. Bilinmelidir
ki, fıkıh âlimleri, orucun sahih olması için birtakım zâhirî
şartlar bildirmişlerdir. Âhiret âlimleri ise, orucun sahih olması
ile, orucun fıkıh kitaplarında bildirilen zâhirî şartları yanında
orucun Allahü teâlânın indinde kabul olmasını, orucun kabul olması
ile de maksuda erişmeyi kasdediyorlar. Bu ise, şehvetlerden
sakınmakla meleklere benzemektir. Çünkü melekler, şehvetlerden
münezzehtirler.
İnsanın mertebesi, hayvanların
mertebesinden yüksektir. Çünkü insanlar, akıl nûru ile şehvetlerini
kırmak gücüne sahiptirler. Fakat insanlar, meleklerin mertebesinden
aşağıdadır. Çünkü insanlarda şehvet vardır. İnsanlar, şehvetleriyle
mücâdele etme durumundadırlar. Şehvetlerine düşkün oldukları zaman,
esfel-i sâfilîne (en aşağı derecelere) düşerler, hayvanlar sınıfına
dâhil olurlar. Şehvetlerini kırdıkları zaman, a’lâ-i illiyyîne (en
yüksek derecelere) çıkarlar. Meleklerin ufkuna katılırlar.