“Ey Âdemoğlu! Hiçbir
şeyin olmadığı bu kabre, dünyâdaki zenginliğinden ne
getirdin?”
Muhammed Kazvînî hazretleri İslâm
âlimlerinin büyüklerindendir. İran’da Kazvin’de doğdu. 580 (m.
1184)’de vefât etti. Bir dersinde buyurdu ki:
Herkes, eceli gelince ölür. A'râf
sûresi otuzüçüncü âyetinde meâlen, (Ecelleri geldiği zaman, onu az
zaman ileri ve geri alamazlar) buyuruldu. Kişi doğmadan önce, ne
kadar yaşayacağı takdîr edilmiştir. Nitekim, Lokman sûresi son
âyetinde buna işaret vardır. Mü’minin rûhunun bedenden ayrılması,
esîrin hapisten kurtulması gibidir. Dünyânın iyiliği gitti.
Kederleri kaldı. Bundan dolayı ölüm, her Müslümân için
hediyedir.
İnsan ölüp, cenazesi gasilhâneye
konduğunda, “Ey Ademoğlu! Nerede o kuvvetli, güçlü bedenin, seni
niye zayıflattı? Nerede bülbül gibi konuşan dilin, seni niye
susturdu? Nerede o dostların, şimdi seni yalnız bıraktılar?” diye
üç nidâ gelir.
Kişi kefenlendiğinde, “Ey
Âdemoğlu! Azıksız uzun bir yolculuğa gidiyorsun! Dönmemek üzere
evinden ayrılıyorsun! Hiç binmediğin tahta bir ata (tabuta)
biniyorsun ve korkulu bir yer olan bir eve, kabre konacaksın!” diye
üç nidâ gelir.
Tabuta konulurken “Ey Âdemoğlu!
İmân sahibi bir kimse isen, Allahü teâlâya, Peygamberlerine
bildirdiği şekilde inanmış isen, sana müjdeler olsun. Sâlih amel
sahibi, her işini Allahü teâlânın rızâsı için yapmış bir kişi isen
ne mutlu sana. Allahü teâlâyı gücendirmiş, O’na imân etmemiş,
dediğini tutmamış biri isen, yazıklar olsun, eyvahlar olsun” diye
üç nidâ gelir.
Musallaya konduğunda, “Ey
Âdemoğlu! Dünyâda her ne amel yaptı isen onun karşılığını
göreceksin. Yaptığın hayır ise, karşılık olarak hayır ve iyilik
görecek, eğer şer yaptı isen, azâbını göreceksin” diye üç nidâ
gelir.
Cenâze kabir kenarına
konduğunda “Ey Âdemoğlu! Bu harap yer için dünyâda iken azık
olarak ne biriktirdin? Bu karanlık yeri aydınlatacak bir nûr, bir
ışık olarak neyin var? Hiçbir şeyin olmadığı bu kabre, dünyâdaki
zenginliğinden ne getirdin?” diye üç nidâ gelir.
Mezara konduğunda, “Ey Âdemoğlu!
Dünyâda iken benim üzerimde gülüyordun, şimdi içimde ağlar oldun.
Üzerimde sevinç ve neşe içerisinde idin. Şimdi içimde üzgünsün.
Benim üzerimde bülbül gibi konuşup, herkese nutuklar atıyordun.
Şimdi içime girince sesin çıkmaz oldu” diye üç nidâ
gelir.
İnsanlar geri dönüp giderlerken
Allahü teâlâ buyurur ki: “Ey kulum, şimdi kabrinde kimsesiz olarak
kaldın. Seni kabir karanlığına terk ettiler.”
Muhammed Kazvînî hazretleri İslâm
âlimlerinin büyüklerindendir. İran’da Kazvin’de doğdu. 580 (m.
1184)’de vefât etti. Bir dersinde buyurdu ki:
Herkes, eceli gelince ölür. A'râf
sûresi otuzüçüncü âyetinde meâlen, (Ecelleri geldiği zaman, onu az
zaman ileri ve geri alamazlar) buyuruldu. Kişi doğmadan önce, ne
kadar yaşayacağı takdîr edilmiştir. Nitekim, Lokman sûresi son
âyetinde buna işaret vardır. Mü’minin rûhunun bedenden ayrılması,
esîrin hapisten kurtulması gibidir. Dünyânın iyiliği gitti.
Kederleri kaldı. Bundan dolayı ölüm, her Müslümân için
hediyedir.
İnsan ölüp, cenazesi gasilhâneye
konduğunda, “Ey Ademoğlu! Nerede o kuvvetli, güçlü bedenin, seni
niye zayıflattı? Nerede bülbül gibi konuşan dilin, seni niye
susturdu? Nerede o dostların, şimdi seni yalnız bıraktılar?” diye
üç nidâ gelir.