Kıyâmette herkes, öldüğü
zamandaki şekli, boyu ve organları ile mezardan
kalkacaktır.
Nûreddîn ibn-i Hatîb hazretleri
Şafiî mezhebi fıkıh âlimidir. 750 (m. 1349)’de Suriye-Hama’da
doğdu. 834 (m. 1431)’nde, aynı yerde vefât etti. Bir dersinde
buyurdu ki:
“Kıyâmette herkes, öldüğü
zamandaki şekli, boyu ve organları ile mezardan kalkacaktır.
Herkesin kuyruk sokumu kemiği değişmeyecek, başka azâ, organlar, bu
kemik üzerine yeniden yaratılacak, rûhlar bu yeni bedenlerini
bulup, taalluk edeceklerdir. Rûhların bu başka bedenlere tealluk
etmeleri, tenasüh değildir, insanın bedeni, organları dünyâda da
değişiyor. Kırk yaşındaki insanın eti, yağı, derisi, kemikleri
başkadır. Çocukluğunda bulunanlar başkadır. Fakat o, hep aynı
insandır. Çünkü insan, rûh demektir. Beden değişiyor ise de, rûh
değişmez, insanın parmak izi de hiç değişmez. Hiçbir insanın parmak
izi, başkasının parmak izine benzemez. Bir insanın parmak
uçlarındaki çizgilerin şekli, doğmadan önce, rûh bedene tealluk
ettiği sıralarda teşekkül eder. İnsan ölüp çürüyünceye kadar hiç
değişmez. Beşbin yıllık mumyalarda aynen kaldıkları görülmüştür.
Parmak ucundaki çizgilerden her biri, yan yana dizilmiş deliklerden
meydana gelmiştir. Her delikçikten, ter sızmaktadır, insan bir şeyi
tutunca, sızan ter, o şey üzerinde çizgilerin şekli gibi yapışıp
kalır. Teri boyayan bir ilâç sürünce, o kimsenin parmak izi, o şey
üzerinde görünür.
Büyük âlim, İmâm-ı Muhammed
Gazâlî, Fârisî “Kimyâ-i sa’âdet” kitabının sekseninci sahifesinde
diyor ki:
“Bir insanın çeşitli yaşlarındaki
bedenleri başka başka oldukları gibi, aynı boy ve şekilde, fakat
başka zerrelerden yapılmış bir bedenle kabirden
kalkacaktır.”
Rûhun bedene bağlanması, kuvvetli
bir aşk ile olmuştur. İnsanın ölmesi, rûhun bedenden ayrılması
demektir. Fakat, rûh ayrıldıktan sonra, bu aşkı bitmez. Rûhun
bedene olan sevgisi, kuvvetli çekmesi, öldükten sonra uzun zaman
bitmez. Bunun içindir ki, ölülerin kemiğini kırmak, mezarı üstüne
basmak yasaktır.
Bir insan, kuvvetli, olgun ve
tesîri çok olan bir zâtın mezarı yanında durup, o toprağı ve o
zâtın bedenini düşünse, o zâtın rûhunun, bedenine ve dolayısı ile,
o toprağa bağlılığı olduğundan, bu iki rûh karşılaşır. Gelen
insanın rûhu, o zâtın rûhundan çok şeyler edinir ve güzelleşir,
olgunlaşır, işte bu faydasından dolayı, kabir ziyâretine izin
verilmiştir. Bundan başka sebepler de yok değildir.”