"Eğer kulun niyeti tam ve
doğru ise, Allahü teâlânın ona ihsânı tam
olur."
Fahrüddîn Cibrîn hazretleri Şafiî
mezhebi fıkıh ve kırâat âlimidir. 662 (m. 1263)’de Kâhire’de doğdu.
739 (m. 1338)’de orada vefât etti. Bir dersinde buyurdu
ki:
Ebû Abdullah Nazrî şöyle buyurur:
“Görülmüyor mu ki; iki kişiden birisi Allahü teâlâya, diğeri puta
secde etmektedir. Bu ise niyetlerin birbirinden farklı olmasından
ileri gelmektedir. Zira birisi Allahü teâlâya diye secde ediyor. Bu
ibâdettir. Diğeri ise puta diye secde ediyor. Bu da küfürdür. O
hâlde müminin, baştan niyetini iyi ve doğru yapması gerekir. Mümin
şayet çok hayırlı amel yapmak istiyorsa, niyetini iyi ve doğru
yapması lâzımdır, insanlar umumiyetle fiilleri bakımından
birbirlerine benzerler, aynı şeyleri yaparlar. Fakat niyetlerine ve
maksatlarına göre birbirlerinden ayrılırlar.
Sâlim bin Abdullah, Ömer bin
Abdülazîz’e şöyle yazdı: “Ey Ömer! Allahü teâlânın kuluna yardımı,
kulun niyetine göredir. Eğer kulun niyeti tam ve doğru ise, Allahü
teâlânın ona ihsânı tam olur. Eğer kulun niyeti noksan ise, Allahü
teâlânın ihsânı da, o derecede olur.”
Ebû Hamîd Gazâlî “Erbaîn” adlı
eserinde şöyle buyurdu: “İbâdet, niyet ve amelden meydana gelir.
Niyet ibâdetin iki parçasından birisidir. Niyet, diğer parçasından
daha üstündür. Zira azâlarla yapılan amellerden maksat, hayra
yönelip, şerden uzaklaşması hususunda kalbe tesir etmektir. Bu
sebeple ibâdet ederken alnı yere koymaktan murâd, sâdece alnı yere
koymak değil, bilakis kalbin hudû’udur (boyun eğmesidir). Kalbin
hudû’unu temin etmekte ise, azâların, mesela alnı yere koymak
tesirli olur. Yine zekâtı vermekten murâd, elindeki malı yok etmek
değil, bilakis cimrilik hastalığını gidermektir. Bütün amellerinin
niyetini devamlı yap. Bir amel için gerekirse birkaç niyet
yap.”
Lokman Hakîm oğluna şöyle
vasiyette bulundu: “Ey oğlum! Allahü teâlâdan çok kork. Fakat
rahmetinden ümit kesme. Allahü teâlânın rahmetinden çok ümitli
ol, fakat azâbından emin olma." Bunun üzerine Lokman Hakîm’in oğlu
babasına; “Ey babacığım! Benim bir kalbim var. Bu dediğini nasıl
yaparım” deyince, Lokman Hakim; “Ey oğlum! Eğer müminin kalbi
yarılsa idi, onda bir Allahü teâlânın rahmetinden ümit nuru, bir de
Allahü teâlânın azâbından korku nuru bulunurdu. Eğer bu ikisi
tartılsa idi, biri diğerinden ağır gelmez idi. Birbirine müsavî
(eşit) oldukları görülürdü.”