Eşyanın, kerâmet ile değişikliğe uğraması, aklın
caiz kıldığı bir şey olup, bu asla
reddedilemez...
Kirmastılı Yûsuf Efendi Osmanlı
müderris ve kadılarından olup Hanefî mezhebi fıkıh âlimidir.
Bursa’ya bağlı Kirmastî (Mustafakemalpaşa) kasabasında doğdu.
İstanbul’da 900 (m. 1494)’de vefât etti. Bir dersinde buyurdu
ki:
Mucize ve kerâmet, ikisi de
harikulade hâllerdir. Ancak mucizede, Peygamber olan zâtın,
Peygamberliğini iddia etmesi vardır. Aklın caiz ve mümkün kıldığı
şeyler, normal âdetteki bilgilerle kıyâs edilerek reddedilemez.
Eşyanın, kerâmet ile değişikliğe uğraması, aklın caiz kıldığı bir
şey olup, bu asla reddedilemez. Kerâmetin çeşitleri vardır.
Bunlardan bazıları:
Ebû Ubeyd Busrî bineği ile
beraber gazâya gitmişti. Gazâda bineği öldü. O da, Allahü teâlâdan
onu diriltmesini istedi. Duâsı kabul olup, bineği dirildi. Gazâ
bitip memleketi olan Busr’a gelince, hizmetçisine, semeri bineğin
sırtından indirmesini söyledi. Hizmetçisi semeri alınca, binek, ölü
olarak yere düştü.
Müferric Demâmî Sa’îd denilen
beldenin evliyâsındandır. Onun yanına kızartılmış kuşlar
getirilmişti. Bu sırada Müferric Demâmî onlara; “Uçunuz” diye
seslenince, onlar Allahü teâlânın izni ile canlı olarak
uçtular.
Tasavvuf büyüklerinden Ehdel’in
bir kedisi vardı. Hizmetçisi kediyi dövüp öldürdü. Sonra onu bir
harabeye attı. İki veya üç gün sonra, Ehdel hazretleri kedinin ne
olduğunu sordu. Hizmetçi; “Bilmiyorum” dedi. Bunun üzerine Ehdel
hazretleri kediye seslenince, kedi yürüyerek geldi. Abdülkâdir-i
Geylânî, yediği tavuk kemiklerinin üzerine elini koyup; “Çürümüş
kemikleri dirilten Allahü teâlânın izni ile kalk” dedi. Tavuk, her
tarafı büsbütün, sağlam olarak kalktı. Bu, meşhur bir
hikâyedir...
Yine tasavvuf büyüklerinden Ebû
Yûsuf Dûhmânî’nin bir arkadaşı vefât etmişti. Bu duruma
çoluk-çocuğu çok üzülmüşlerdi. Onların bu derece ağlayıp
sızlanmalarını gören Ebû Yûsuf Dûhmânî, vefât etmiş olan
arkadaşına; “Allahü teâlânın izni ile kalk” dedi vefât etmiş olan
arkadaşı, kalktı ve bundan sonra uzun müddet, yaşadı.
Birisi alay etmek için, evliyânın
büyüklerinden Îsâ Hıtâr el-Yemenî’ye iki kab dolusu şarap gönderdi,
Îsâ Hıtâr, bu iki kabın birini, diğerine boşalttı. Besmele
çektikten sonra, oradakilere yiyiniz dedi. Şarap, yağa dönüşmüştü.
Şarabın ne rengi, ne de kokusu kalmamıştı.
Evliyâdan birisi, Tarsus
Câmii’nde idi. Harem-i şerîfi ziyâret etmek istemişti. Başını
cübbesinin içine soktu. Sonra çıkardığında kendisini Harem-i
şerîfte buldu. Bu husûstaki haberler çok meşhûrdur...
Kirmastılı Yûsuf Efendi Osmanlı
müderris ve kadılarından olup Hanefî mezhebi fıkıh âlimidir.
Bursa’ya bağlı Kirmastî (Mustafakemalpaşa) kasabasında doğdu.
İstanbul’da 900 (m. 1494)’de vefât etti. Bir dersinde buyurdu
ki:
Mucize ve kerâmet, ikisi de
harikulade hâllerdir. Ancak mucizede, Peygamber olan zâtın,
Peygamberliğini iddia etmesi vardır. Aklın caiz ve mümkün kıldığı
şeyler, normal âdetteki bilgilerle kıyâs edilerek reddedilemez.
Eşyanın, kerâmet ile değişikliğe uğraması, aklın caiz kıldığı bir
şey olup, bu asla reddedilemez. Kerâmetin çeşitleri vardır.
Bunlardan bazıları:
Ebû Ubeyd Busrî bineği ile
beraber gazâya gitmişti. Gazâda bineği öldü. O da, Allahü teâlâdan
onu diriltmesini istedi. Duâsı kabul olup, bineği dirildi. Gazâ
bitip memleketi olan Busr’a gelince, hizmetçisine, semeri bineğin
sırtından indirmesini söyledi. Hizmetçisi semeri alınca, binek, ölü
olarak yere düştü.