Peygamber efendimizin
(sallallahü aleyhi ve sellem) mucizelerinden biri, mirâca
çıkmasıdır.
Ali bin Ahmed Sellâmî
hazretleri Şafiî mezhebi fıkıh âlimlerindendir. 813 (m. 1410)’de
Kâhire’de doğdu. 887 (m. 1472)’de orada vefât etti. Bir dersinde
buyurdu ki:
Peygamber efendimizin (sallallahü
aleyhi ve sellem) mucizelerinden biri, mirâca çıkmasıdır. Yatağında
iken uyandırılıp mübârek bedeni ile, Mekke şehrinden Kudüs’teki
Mescid-i Aksâ’ya ve oradan göklere ve yedinci gökten sonra, Allahü
teâlânın dilediği yerlere götürüldü. Mirâca, böylece inanmak
lâzımdır. İslâm âlimi şekline bürünen bazı din düşmanları, "Mirâc
bir hâl idi, rûh ile oldu. Beden ile gitmedi" diyerek gençleri
aldatmaya çalışıyorlar. Mirâcın nasıl olduğu, birçok kıymetli
kitapta yazılıdır. Mekke-i mükerremeden “Sidret-ül-müntehâ”ya
kadar, Cebrâil aleyhisselâm ile birlikte gitti. “Sidret-ül-müntehâ”
altıncı ve yedinci göklerde bir ağaçtır ki, bütün bilgiler ve bütün
yükselişler, oradan ileri geçemez. Resûl-i ekrem efendimiz
(sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem), Sidre’de, Cebrâil
aleyhisselâmı, altıyüz kanadı ile kendi şeklinde gördü. Cebrâil
aleyhisselâm Sidre’de kaldı. Mekke’den Kudüs-i şerîfe kadar veya
yedinci göğe kadar, burak üstünde götürüldü.
Burak, beyaz renkli, katırdan
küçük ve merkepten büyük bir Cennet hayvanıdır. Dünyâ
hayvanlarından değildir. Erkekliği, dişiliği yoktur. Çok hızlı
giderdi. Gözün görebildiği uzaklığa ayağını basardı.
Resûlullah efendimiz Mescid-i
Aksâ’da, peygamberlere İmâm olup, yatsı yahut sabah namazını
kıldırdı. Peygamberlerin rûhları, kendi insan şekillerinde orada
bulundu. Kudüs’ten yedinci göge kadar “Mirâc” adındaki bilinmeyen
bir merdivenle bir anda çıkarıldı. Yolda melekler, sağa sola
dizilmiş, Resûlullahı medh-ü sena ederlerdi. Her göğe gelince,
Cebrâil aleyhisselâm Resûlullahın teşrîf ettiğini haber ve müjde
verirdi. Her birinde, bir peygamberi görüp selâmlaştı. Sidre’de
şaşılacak çok şeyler gördü. Cennetteki nimetleri, Cehennemdeki
azapları gördü. Cenâb-ı Hakkın cemâlini görmek arzusundan ve
zevkinden, Cennetteki nimetlerin hiçbirine bakmadı. Sidre’den
ileriye, yalnız olarak, nûrlar arasında ilerledi. Meleklerin
kalemlerinin seslerini işitti. Yetmişbin perdeden geçti. İki perde
arası, beşyüz senelik yol gibi idi. Bundan sonra, güneşten daha
parlak “Refref” adında bir döşek üzerinde Kürsî’den geçti. Arş-ı
ilâhiye erişti. Arş’tan, zamandan, mekândan, madde âlemlerinden
dışarı çıktı. Cenâb-ı Hakkın kelâmını işitecek makama
vardı...