Konuşurken, konuşmanın
edeplerini, inceliklerini gözetmelidir. Nitekim Peygamberimizin
(sallallahü aleyhi ve sellem) huzurunda bir kimse, “Allahü teâlâya
ve Resûlüne itaat eden doğru yoldadır. Onlara isyan eden
hata eder, yani fâsıktır” dedi. Peygamber efendimiz böyle
diyene, “Allahü teâlâya ve Resûlüne isyan edene
söyle buyurdu. Konuşan sözünü bitirmeden, dinleyenin
konuşmaması ve soru sormaması sünnettir. Bitirdiği zaman,
anlamadığı bir yer veya şüpheli bir durum varsa, onu incelemek ve
araştırmakta bir mahzur yoktur. Konuşurken söze karışmamak ve suâl
sormamak, vakar ve hürmete daha yakındır. Nitekim Eshâb-ı Kirâm
(aleyhimürrıdvân), ekseriya Resûlullah efendimizden bir şey
sormazlardı. Hattâ incelikleri anlamaktan, ahlâk-ı hamîdeyi
bilmekten uzak, şehir dışından bir bedevi gelip, suâl sorar,
Eshâb-ı kirâm, muhtaç oldukları bilgileri, o esnada öğrenirlerdi.
Sahâbe-i Kirâmın bazısı suâl soracakları zaman dizi üzerine
otururlar ve “Anam babam sana feda olsun yâ Resûlallah! Bu nedir?
Bu nasıldır?” derlerdi.
Suâl sormada evlâ olanı, oturmak
için izin istemek, büyüklere yakın olmak, sonra sormak için izin
almaktır. Büyüklere bir şey sorarken veya onlarla konuşurken sesi
alçaltmalıdır. Çünkü Hazreti Ebû Bekr-i Sıddîk ve Hazreti
Ömer-ül-Fâruk; “Ey imân edenler, seslerinizi Peygamberin
sesinden yüksek çıkarmayın ve birbirinize bağırır gibi O’na
bağırmayın. Haberiniz olmadan amelleriniz boşa
gidiverir” meâlindeki Hucurât sûresi ikinci âyeti indikten
sonra, Resûlullaha bir şey söylediklerinde gayet sessiz
söylerdi.
Hoca, imtihan için talebesine
bir şey sorarsa, cevâbı, Peygamber efendimizin Eshâbının verdikleri
cevap gibi olmalıdır. Resûlullahın suâlinin cevâbını bilseler veya
bilmeseler, “Allah ve Resûlü daha iyi bilir” derlerdi.