"İlmi ile amel eden
âlimlere bir kusur bulup, aleyhinde söz söyleyenler çok
olur!.."
Kâdı Saymerî hazretleri Hanefî
mezhebi âlimlerinin büyüklerindendir. İran’ın Saymer şehrinde 351
(m. 962)’de doğdu. 436 (m. 1045)’de vefât etti. “Ahbâr-ı Ebû Hanîfe
ve eshâbihî” kitabından seçmeler:
İmâm-ı Azam, Eshâb-ı kirâmdan
işittiği hadîs-i şerîfleri rivâyet ederken buyuruyor
ki:
16 yaşında iken, 96 (m. 715)
senesinde babamla beraber hac yapmıştık. Orada yaşlı bir zât ile
karşılaştım. İnsanlar etrâfında toplanmışlardı. Babama: “Bu zât
kimdir?” diye sordum. Dedi ki: “Bu zât, Resûlullah Efendimizin
(sallallahü aleyhi ve sellem) eshabından Abdullah bin Hâris’tir.”
Ben de babama “Onun yanında ne var ki, insanlar yanında
toplanmışlar?” diye sorunca, “Peygamber Efendimizden
dinlediği hadîs-i şerîfler vardır” dedi. Babama “Beni
onun yanına götür de, söylediklerini işiteyim” dedim, O sırada
yanıma geldi. İnsanlar, ondan ayrılmaya başlamıştı. Ona çok
yaklaştım ve onun “Resûlullah Efendimiz, (Bir kimse fakîh
olursa, Allahü teâlâ, onun özlediği şeyleri ve rızkını, ummadığı
yerlerden gönderir) buyurdu, dediğini
işittim.”
Eshâb-ı kirâmdan Enes bin Mâlik’i
gördüm ve ondan işittim, diyordu ki: “Resûlullah
Efendimizin (Hayır, iyilik yapmaya sebep olan kimse, o
hayrı yapan gibi sevap kazanır. Allahü teâlâ üzüntülü olanlara
yardım etmeyi sever) buyurduğunu işittim.” İmâmı a’zam, fıkıh
ilminde herkesin suâllerine fetvâ vermeye başlayınca, kendisini
kıskanıp hased edenler, çekemeyenler olmuştu. Bunun
üzerine “Kâdı (hüküm veren âlim), denizde yüzen kimse gibidir.
İlim denizinde yüzüp de, kendisinden râzı olunan kaç kimse
gelmiştir?” buyurdu. İlmi ile amel eden âlimlere bir kusur bulup,
aleyhinde söz söyleyenler çok oldu, demek istedi. Hocası Hammâd bin
Ebî Süleymân, İmâm-ı a’zam Ebû Hanîfe hakkında buyurdu ki: “Ebû
Hanîfe, ağırbaşlı, vakar ve vera sahibi olarak bize gelir,
ilim meclisimizde otururdu. Biz onu, ilimle gıdâlandırıyorduk. Öyle
oldu ki, her meseleyi ince ince tetkik ederdi. Anlatılanlar
kendisine hafif gelmeye başladı. Vallahi, onun anlayışı çok güzel,
hafızası çok kuvvetli idi. Bu hâliyle, diğerlerinden daha çok bilen
birisi olması sebebiyle, kendisini kıskanıp kötülediler, onu
karşılarına aldılar. Ben şunu iyi biliyorum ki, ilim Numân’ın (Ebû
Hanîfe’nin) bulunduğu yerdedir. Bunun böyle olduğunu, güneşin
ışıklarının, gecenin karanlığını parlatan bir nûr olduğunu bildiğim
gibi biliyorum.”