"Cahiller, ahmaklar, huy
değişmez diyerek, nefisle mücâhede ve riyâzet
etmiyorlar."
Kınalızâde Ali Efendi Osmanlı
âlimlerinin en meşhurlarındandır. 916 (m. 1516) senesinde
Isparta’da doğdu. İstanbul’a giderek, medrese tahsilini mükemmel
bir şekilde tamamladıktan sonra, Anadolu ve Rumeli’nin çeşitli
şehirlerinde kadı ve kadıasker olarak vazîfe yaptı. 979 (m. 1571)
senesinde Edirne’de vefât etti. Çok kitap yazdıysa da, daha çok
“Ahlâk-ı A’lâî” adlı eseriyle tanınmıştır. Bu kitabında şöyle
anlatır:
Huy değişir mi? İnsanın huyunu
bırakıp, başka huylu olması mümkün müdür? Bu konu üzerinde çeşitli
sözler, birbirine uymayan fikirler varsa da, âlimlerin çoğuna göre,
herkesin huyu değişebilir. Hiçbir kimsenin huyu, yaratılıştaki gibi
kalmaz. Sonradan değişebilir. Huylar değişmeseydi, Peygamberlerin
“aleyhimüsselâm” getirdikleri dinler boş ve lüzumsuz olurdu.
Âlimlerin söz birliği ile koymuş oldukları terbiye ve ceza
usûlleri abes olurdu. Bütün ilim adamları, çocuklarına ilim ve edeb
vermiş ve terbiyenin fayda sağladığı her zaman
görülmüştür...
O hâlde, huyun değiştiği güneş
gibi meydandadır. Şu kadar var ki, bazı huylar pek yerleşmiş, rûhun
hâssası gibi olmuştur. Böyle huyları değiştirmek, yok etmek pek güç
olur. Böyle ahlâk, ençok, câhil, kötü kimselerde bulunur. Bunu
değiştirmek için ağır riyâzet ve çok mücâhede lâzımdır. Nefsin
isteklerini yapmamak için çalışmaya “riyâzet” denir. Nefsin
istemediği şeyleri yapmaya “mücâhede” denir. Cahiller, ahmaklar,
huy değişmez diyerek, nefisle mücâhede ve riyâzet etmiyorlar. Kötü
huylarını temizlemiyorlar. Böyle kabul edip de, herkes kendi
havasına bırakılırsa, suçlulara ceza verilmezse, insanlık kötülüğe
gider.
Bunun için, Allahü teâlâ
kullarına acıyarak, onları terbiye etmek, iyi ve kötü huyları
öğretmek için Peygamberler “aleyhimüsselâm” gönderdi. Bu
muallimlerin en yükseği olarak, habîbi olan Muhammed aleyhisselâmı
seçti. O’nun dîni ile, önce göndermiş olduğu bütün dinleri
değiştirdi. O’nun dîni, bütün dinlerin sonuncusu oldu. Böylece
iyiliklerin hepsi, terbiye usûllerinin cümlesi O’nun parlak dîninde
yer almıştır. Aklı olanların, iyiyi kötüden ayırabilenlerin, bu
dinden elde edilmiş olan ahlâk kitaplarını okuyarak, öğrenerek ve
işlerini buna göre düzenleyerek, dünyâda ve âhirette rahata ve
huzura, saadete, kurtuluşa kavuşması ve böylece aile ve cemiyet
hayâtının düzenine yardım etmiş olması lâzımdır, insanın birinci
vazîfesi de budur.