Cinnin var olması, akla
uymayan bir şey değildir. Yani aklın reddedeceği bir şey
değildir.
Abdurrahmân Abdeliyyânî
hazretleri fıkıh ve tefsir âlimlerindendir. 624 (m. 1227)’de doğup,
684 (m. 1285)’de Basra’da vefât etti. Tefsirinde buyuruyor
ki:
Cin, cinnet, cinân, cennet, cenân
ve cenîn gibi Cim ve Nun harflerinden meydâna gelen kelimeler
(örtülü) demektir. Mahlûklar, görülen, görülmeyen diye iki kısmdır.
Ayrıca, mekânsız, madde olmayan mahlûklar da vardır. Ateş; alev,
ışık ve dumandır. Mâric denilen, alev kısmından yaratılan
cinnîlerin müminleri, kâfirleri, fâsıkları vardır. Cinnîler,
havadan ve nârdan [yanî ateşten] meydâna gelmişdir. Bunun için, cin
de görünmez.
Alev iki kısımdır: Biri zulmânî
[görünmeyen], ikincisi nûrânî [bu da görünmez]. Zulmânî olandan
cin, nûrânî olandan ise melekler yaratılmıştır. İnsanlar, toprak
maddelerinden yaratıldığı hâlde, Allahü teâlâ, bu maddeleri organik
ve organize hâle, et ve kemiğe çevirdiği gibi, meleklerde ve cinde
alev şekli değişerek, onlara mahsûs latîf, her şekle dönebilen bir
hâle gelmiştir.
Cinnin tarifi şöyledir: Cin,
ateşin alev kısmından yapılmış cisimler olup, her şekle
girebilirler. Melekler ise, nûrânî cisimlerdir. Muhtelif şekillere
girebilirler. Melek ile cin, yaratılış bakımından birbirine
yakındır. Melekler, muhteremdir, kıymetlidir. Cin, hakîrdir,
kıymetsizdir. Melekte, nûr [ışık] kısmı, cinde ise, alev maddesi
fazladır. Elbette nûr, zulmetten efdaldir. Meleklerin, cinnîlere
yakınlığı, insanın hayvana yakınlığı gibidir. İnsanların üstün
olanları, melekten kıymetli, cin de hayvandan kıymetlidir.
Meleklerin varlığına inanmayan kâfir olur. Cinnin varlığına da
inanmayan kâfir olur. Cinnin var olması, akla uymayan bir şey
değildir. Yani aklın reddedeceği bir şey değildir. Çünkü,
Allahü teâlânın kudretinin yapamayacağı bir şey
değildir.