Bazı sâlih kimseler, bir
hâdisenin nasıl neticeleneceğini ferâsetle söyler...
Fenârîzâde Muhyiddîn Çelebi
Osmanlı şeyhülislâmlarının onüçüncüsüdür. 851 (m. 1447) senesinde
Bursa’da doğdu. 954 (m. 1548) senesinde İstanbul’da vefât etti. Bir
dersinde buyurdu ki:
Bazı sâlih kimseler, bir
hâdisenin nasıl neticeleneceğini ferâsetle söyler. Bu hâdisenin
neticesini Allahü teâlâ ona müşâhede ettirir, gösterir. Bu
müşâhede, o kimsede devamlıdır. Bazı kimseler de vardır ki, bu
müşâhede onda bazen olur, devamlı olmaz. O, onu Allahü teâlânın
aşkının sarhoşluğu içinde iken söyler veya o söz dilinden çıkar da,
söylediği hakîkat olur. Ama, onun bu hâlden haberi bile yoktur.
İşte bu iki hâlin birinci olanı, yani ferâseti devamlı olanı
makbûldür. Ferâseti devamlı olanlara “Velâyet ehli” denir. Bu
işler, “Abdal”, “Ebrar” ve “Zühhâd” da olur. Ferâseti ve müşâhedesi
bazen olanlar da “Muhakkik”lerdir. Muhakkiklerde hâdiseler, bazen
kapalı, bazen de açık olur. Eğer şaka ile söyleseler,
Allahü teâlâ onları kırmaz, hakîkat eder. Eğer gaflet ile söylerse,
cenâb-ı Hak yine dediğini vâki eder. Onlar, Allahü teâlânın sevgili
kullarıdır.”
Hâce Abdullah-i Ensârî
“rahmetullahi aleyh”, (Menâzil-üs-sâyirin) kitabında buyuruyor
ki:
“Ferâset iki türlüdür:
Birincisi, ma’rifet sahiblerinin ferâseti olup, talebenin
istidâdını keşfetmek, Allahü teâlânın evliyâsını tanımaktır.
İkincisi, riyâzet çeken, açlıkla nefslerini parlatanların ferâseti
olup, mahlûklara âit gizli şeyleri bilmektir. İnsanların çoğu,
Allahü teâlâyı hatırlamayıp gece-gündüz dünyâyı düşündüğünden,
dünyâ işlerinden ele geçirmek istedikleri şeylerden haber verenleri
arıyor. Bunları büyük biliyor. Hattâ, bunları evliyâ, Allahü
teâlâya yakın sanıyorlar. Evliyânın me’ârifine, doğru, ince
bilgilerine dönüp de bakmıyorlar. Belki, bunlara dil uzatıp, bunlar
Allahın sevgili kulu olsaydı, gaybolan şeylerimizi, gizli
düşüncelerimizi bilirlerdi. Bizim hâlimizden haberi olmayan bir
kimse, mahlûkların üstündeki ince bilgileri hiç anlayamaz diyerek,
evliyânın ferâsetine, Zâtı ilâhiye ve sıfatlarına olan bilgilerine
inanmıyorlar. Böyle, yanlış ölçüleri sebebi ile, o büyüklerin doğru
ilim ve me’ârifinden mahrûm kalıyorlar. Bilmiyorlar ki, Allahü
teâlâ, o büyükleri, câhillerin gözünden saklamış, kendine mahsûs
kılmıştır. Evliyâsını dünyâ işleri ile meşgûl etmeyip, kendisi ile
meşgûl etmiştir. Evliyâ, insanların hâllerine, işlerine
bağlansalardı, Allahü teâlânın huzûruna lâyık olmazlardı”.