Bir kabirden feyz almak
için, o zâta karşı diri imiş gibi, edep ve saygı göstermek
lâzımdır.
Mücellâ Mahzûmî hazretleri Şafiî
mezhebi fıkıh âlimidir. Suriye’de Urşuf’ta doğdu. 550 (m. 1155)
yılında Mısır’da vefât etti. Kabir ziyareti hakkında şunları
söyledi:
Hadîs-i şerîfte, (Bir mümin,
tanıdığı bir müminin kabrine gelip selâm verince, onu tanır ve
cevâp verir) buyuruldu. Büyük bir zâtın kabrini ziyâret eden kimse,
ona râbıta ederse, yani dünyâ işlerini hiç düşünmeyip, kalbine
hiçbir şey getirmeyip, o zâtın rûhunu, his organları ile
anlaşılamayan bir nûr farz ederek, bunu kalbinde bulundurursa, o
rûhtan, kendi kalbine bir şeyler akmaya başlar. O zâtın
feyizlerinden bir feyiz ve hâllerinden bir hâl, kendinde hâsıl
oluncaya kadar, bu nûru kalbinde saklamalıdır. Çünkü, evliyânın
rûhları, feyizlerin kaynağıdır. Kaynağı kalbine koyan, bunun
feyzine, nimetine, bilinmeyen ihsânlarına elbette kavuşur. Rûhu
kuvvetlenir, olgunlaşır.
Kabir yanına gelince, önce selâm
verilir. Mezârın sağ yanına, yanî kıble tarafına, ayak ucuna yakın
durur. Tanıdığı gibi, şeklini, sûretini hâtırına getirir. Eûzü ve
besmele ile bir Fâtiha ve onbir İhlâs okur. Sevâbını Resûlullah
efendimizin ve bütün Peygamberlerin “aleyhimüsselâm” ve Eshâb-ı
kirâmın ve Evliyâ-i izâmın “aleyhimürrıdvân” rûhlarına ve bu zâtın
rûhuna hediye eder. Sonra oturur. Onun rûhunu, gönlünde bulundurur.
Kalbinde bir şey hâsıl oluncıya kadar durur. Gelen kimse almasını
bilir ise, o zât da vermeye ehil, olgun bir velî ise ve şartları
gözeterek beklerse, elbette bir şey ele geçer. Bu şartlar, o zâtın
kendisini tanıdığına, selâmını işitip cevâb verdiğine, rûhunun,
kâmil, olgun olduğuna, rûhunun bir zamâna ve yere bağlı olmadığına,
nerede hâtırlarsa, orada imiş gibi feyiz vereceğine, Allahü teâlâ,
feyzini, rûhun gıdâsını, onun rûhu ile gönderdiğine
inanmaktır.
Kalbin gıdâsını, rûhun
temizliğini isteyen, Evliyânın “kaddesallahü teâlâ
esrârehümül’azîz” kalbine, rûhuna başvurur. Allahü teâlâ, bu
nimetlerini, Evliyânın kalbinden göndermekdedir. Her şeyi yaratan,
gönderen, yalnız Allahü teâlâdır. Fakat, her şeyi belli bir sebeple
göndermek, Onun âdetidir. Onun nimetine kavuşmak isteyenin, Onun
âdetine uyması, sebebi arayıp, bulup, öğrenip, Onun sebebine
yapışması lâzımdır. Sebepleri aramak ve öğrenmek istememek, Allahü
teâlânın âdetini bozmak olur. Bir kabirden feyiz almak için, o zâta
karşı diri imiş gibi, edep ve saygı göstermek
lâzımdır.
Mücellâ Mahzûmî hazretleri Şafiî
mezhebi fıkıh âlimidir. Suriye’de Urşuf’ta doğdu. 550 (m. 1155)
yılında Mısır’da vefât etti. Kabir ziyareti hakkında şunları
söyledi:
Hadîs-i şerîfte, (Bir mümin,
tanıdığı bir müminin kabrine gelip selâm verince, onu tanır ve
cevâp verir) buyuruldu. Büyük bir zâtın kabrini ziyâret eden kimse,
ona râbıta ederse, yani dünyâ işlerini hiç düşünmeyip, kalbine
hiçbir şey getirmeyip, o zâtın rûhunu, his organları ile
anlaşılamayan bir nûr farz ederek, bunu kalbinde bulundurursa, o
rûhtan, kendi kalbine bir şeyler akmaya başlar. O zâtın
feyizlerinden bir feyiz ve hâllerinden bir hâl, kendinde hâsıl
oluncaya kadar, bu nûru kalbinde saklamalıdır. Çünkü, evliyânın
rûhları, feyizlerin kaynağıdır. Kaynağı kalbine koyan, bunun
feyzine, nimetine, bilinmeyen ihsânlarına elbette kavuşur. Rûhu
kuvvetlenir, olgunlaşır.
Kabir yanına gelince, önce selâm
verilir. Mezârın sağ yanına, yanî kıble tarafına, ayak ucuna yakın
durur. Tanıdığı gibi, şeklini, sûretini hâtırına getirir. Eûzü ve
besmele ile bir Fâtiha ve onbir İhlâs okur. Sevâbını Resûlullah
efendimizin ve bütün Peygamberlerin “aleyhimüsselâm” ve Eshâb-ı
kirâmın ve Evliyâ-i izâmın “aleyhimürrıdvân” rûhlarına ve bu zâtın
rûhuna hediye eder. Sonra oturur. Onun rûhunu, gönlünde bulundurur.
Kalbinde bir şey hâsıl oluncıya kadar durur. Gelen kimse almasını
bilir ise, o zât da vermeye ehil, olgun bir velî ise ve şartları
gözeterek beklerse, elbette bir şey ele geçer. Bu şartlar, o zâtın
kendisini tanıdığına, selâmını işitip cevâb verdiğine, rûhunun,
kâmil, olgun olduğuna, rûhunun bir zamâna ve yere bağlı olmadığına,
nerede hâtırlarsa, orada imiş gibi feyiz vereceğine, Allahü teâlâ,
feyzini, rûhun gıdâsını, onun rûhu ile gönderdiğine
inanmaktır.