Zekât, bir Müslümanın
malının belli bir kısmını, bildirilen kimselere vermesi
demektir.
Ebû İshâk İbrâhim hazretleri
Şafiî fıkıh âlimidir. 597 (m. 1200)’de Suriye’deki Ca’ber kalesinde
doğdu. 687 (m. 1288)’de Kâhire’de vefât etti. Bir dersinde, zekât
mevzuunda, şunları anlattı:
Ehl-i sünnetin dört mezhebi, söz
birliği ile bildiriyor ki: (Zekât) demek, (Bir Müslümanın tam
mülkü olan Zekât malı)nın yâni helâl yoldan mâlik olduğu, elindeki
zekât malının belli bir kısmını, Kur'ân-ı kerimde bildirilen sekiz
sınıf Müslümandan yedisine temlîk, teslim etmesi, vermesi demektir.
Hanefî mezhebinde, bunlardan yalnız birine de verilebilir. Bu yedi
kimse, fakir, miskin, âmil, yâni hayvan zekâtını ve uşur denilen
toprak mahsûlleri zekâtını toplayan kimse, hac ve gazâda olan
kimse, evinden ve malından uzak kalmış olan ve borçlu olan ve âzâd
olacak köledir. Sekizinci sınıf, (Müellefe-i kulûb) denilen
kimseler olup, kalblerine îman yerleştirilmesi istenilen veya
kötülükleri önlenmek istenilen bazı kâfirler ve yeni îman etmiş
olan bazı zayıf Müslümanlar idi. Resûlullah, bunların üçüne de
zekât verirdi. Fakat, Hazret-i Ebû Bekir (radıyallahü anh)
zamanında, Beyt-ül-mâl emîni olan Hazret-i Ömer (radıyallahü anh),
zekâtla ilgili âyet-i kerimeyi ve (Kütüb-i
sitte)nin hepsinde bulunduğunu haber verdiği, Mu'âz
hadisini okuyarak, "Müellefe-i kulûb olanlara zekât verilmesini
Resûlullah nesh eylemiştir" dedi. Halîfe ve Eshâb-ı kirâmın hepsi,
bunu kabul ederek, nesh edilmiş olduğuna ve artık bunlara zekât
verilmemesi için icmâ hâsıl oldu. (Nesh), Resûlullah hayatta
iken olur. (İcmâ') ise, vefâtından sonra olur. Bu inceliği
anlamayanlar, bunu Hazret-i Ömer’in (radıyallahü anh) nesh ettiğini
sanıyorlar.
Dört türlü (Zekât malı) vardır:
Altın ve gümüş, ticâret eşyası, dört ayaklı kasap hayvanları,
toprak mahsulleri...
Toprakta yetişen maddelerin
zekâtına (Uşur) denir. Ebu Bekir ve Ömer (radıyallahü anhüma)
zamanında zenginlerden her çeşit zekâtı devlet topluyordu. Halîfe
Osman (radıyallahü anh) altın ile gümüş ve ticâret eşyası
zekâtlarının verilmesini sahiplerine bıraktı. Zekât toplayan
memurların millete zulmetmemeleri ve kul borcu olanın malından
zekât almamaları için böyle yaptı. Borçluları da hapse girmekten
kurtardı. Eshâb-ı kirâmın hepsi böyle yaparak, icmâ hâsıl oldu. Bu
malların zekâtını sahibi verince, hükûmet isteyemez. İsterse,
icmâ'a karşı gelmiş olur.