“Ben hakîm olan kişinin
hikmetli sözlerine değil onun kalbine ve himmetine
bakarım.”
Cemâleddîn Zebîdî hazretleri
Şafiî mezhebi fıkıh âlimlerindendir. 945 (m. 1539)’da Yemen’de
Zebîd’de doğdu. 991 (m. 1583)’de orada vefât etti. Bir talebesine
buyurdu ki:
Bil ki, her iki dünyâda (dünyâ ve
âhırette), soyu ile, çok ilim sahibi olmakla, çok şeyler rivâyet
edip, hikmetli sözler söylemekle, kişi şerefli ve azîz olmaz! Kişi,
ancak (zâhiri ile beraber) bâtının da (kalbinin de)
manevi kirlerden ve kötülüklerden arınması ile, himmetinin
yüksekliği ile bu şerefe ve izzete sahip olur.
Allahü teâlâ, Dâvud
aleyhisselâma; “Ben hakîm olan kişinin hikmetli sözlerine değil
onun kalbine ve himmetine bakarım” diye vahyetti.
Zâhirî ilim ehline göre, insanlar
iki kısımdır: Âlim ve müteâllim (talebe). Âlim, kendisine tâbi
olunan, müteallim ise, tâbi olandır.
Bâtın ehline göre de, insanlar
iki kısımdır: Mürid ve Murâd, Murâd, sıddîkdır. Mürîd ise sâdıkdır.
Sâdık olan mürîdde görülen her şey, sıddîk denilen ve kendisine
tâbi olunan zâta tâbi olmanın neticesi ve meyvesidir. Sıddîk ve
murâd olan zât, Ârif-i billah’dır (Allahü teâlâyı tanıyan âhıret
âlimidir). Bu zât, marifetler hazinesidir. Bu âlim, zâhirî
ilimlerle meşgul olup, sayfalardan nakiller yapan âlimler gibi
değildir. Birisi, Ebû Ya’kûb Nehrecûrî’ye; “Allahü teâlâya nasıl
kavuşulur? Bu yola nasıl girilir?” diye sorduğunda; “Âlimlerle
beraber olur, câhillerden uzak durur, amele ve zikre devam edersen,
Allahü teâlâya kavuşursun” buyurdu.
Mekke-i mükerremede bir zât,
Nehrecûrî’ye gelip; “Kalbimde bir kasvet (katılık) var. Bunun için,
falan falan zât ile istişâre ettim. Onlardan biri, bana oruç
tutmamı tavsiye etti. Dediği gibi yaptım, fakat bu durumdan
kurtulamadım. Diğeri ile istişâre ettim, o da yolculuk yaparsam bu
hâlin benden gideceğini söyledi. Onun dediği gibi de yaptım, fakat
yine bu hâlimden kurtulamadım” deyince, Ebû Ya’kûb Nehrecûrî
hazretleri; “Onların tavsiyeleri hatalıdır. Sen, insanlar uyuduğu
zaman Mültezem’e (Hacer-ül-esved ile Kâbe-i muazzamanın kapısı
arası) git. Orada, Allahü teâlâya bu hâlinin geçmesi için yalvar”
dedi. O kimse de dediği gibi yaptıktan sonra, “O kasvet hâli benden
geçti” dedi.
Mekke-i mükerremede, Mültezem’de
bulunmayan kimse için de, her yerde Hakk'ın rahmet kapısı açıktır.
Hakkın rahmet kapısı dâima Ehl-i İslâmın mültezemidir. Dâvûd
aleyhisselâm buna işâret ederek; “İlâhî! Senin tabiplerine gittim.
Hepsi de bana senin kapını gösterdiler” buyurmuştur.
Cemâleddîn Zebîdî hazretleri
Şafiî mezhebi fıkıh âlimlerindendir. 945 (m. 1539)’da Yemen’de
Zebîd’de doğdu. 991 (m. 1583)’de orada vefât etti. Bir talebesine
buyurdu ki:
Bil ki, her iki dünyâda (dünyâ ve
âhırette), soyu ile, çok ilim sahibi olmakla, çok şeyler rivâyet
edip, hikmetli sözler söylemekle, kişi şerefli ve azîz olmaz! Kişi,
ancak (zâhiri ile beraber) bâtının da (kalbinin de)
manevi kirlerden ve kötülüklerden arınması ile, himmetinin
yüksekliği ile bu şerefe ve izzete sahip olur.
Allahü teâlâ, Dâvud
aleyhisselâma; “Ben hakîm olan kişinin hikmetli sözlerine değil
onun kalbine ve himmetine bakarım” diye vahyetti.