"Hoş geldin yâ Ebâ Ümâme!
Duyduk ki, sen de Muhammed’in dînine
girmişsin?"
Ebû Bişr Dülâbi hazretleri hadis
âlimlerindendir. 224'te (m. 839) İran'da Rey yakınlarındaki Dûlâb
köyünde doğdu. Zamanın büyük âlimlerden hadis okudu. Sonra Mısır'a
gitti ve orada talebe yetiştirdi. 310 (m. 923)’de Hac dönüşünde
Mekke ile Medine arasındaki Arc mevkiinde vefat etti. Buyurdu
ki:
Ebû Ümâme (radıyallahü anh)
anlatır: “Resûlullah efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) İslama
davet için beni kendi kavmime gönderdi. Beni görünce; 'Hoş geldin
yâ Ebâ Ümâme! Duyduk ki, sen de Muhammed’in dînine
girmişsin?' dediler. Ben onlara; 'Ben Allaha ve Resûlüne îmân
ettim. Resûl-i ekrem beni, size İslâmiyeti anlatmak için
gönderdi' dedim.
Sonra onlar, orada bir çanak
yemek getirip, yemeğe başladılar. Bana da; 'Buyur ye' dediler.
Ben de; 'Yazıklar olsun size! Ben size bu yediğinizi haram kılanın
yanından geldim. Ancak bu, size, Allahü teâlânın emrettiği şekilde
kesildiği zaman helâldir' dedim. 'Onun söylediği
nedir?' diye sorduklarında, onlara; 'Size şunlar haram
kılındı: (Eti yenen hayvanlardan boğazlanmaksızın
ölen) ölü hayvan, akmış kan, domuz eti, Allahtan başkası adına
boğazlanan hayvan, bir de henüz ölmemiş iken yetişip kesmediğiniz
boğulmuş, vurulmuş, yuvarlanmış, başka bir hayvan tarafından
boynuzlanmış, canavar tarafından parçalanmış hayvanlar, dikili
taşlar üzerinde (câhiliyet devrinde taşlar
için) kesilenler, fal okları ile kısmet aramanız. İşte bunlar
yoldan çıkıştır. Bugün kâfirler, dîninizi söndürebilmekten
ümitlerini kestiler. Artık onlardan korkmayın. Yalnız benden
korkun. Bugün sizin için dîninizi kemâle erdirdim, üzerinizdeki
nimetimi tamamladım ve size din olarak İslâmı ihtiyâr ettim. Her
kim son derece açlık hâlinde çaresiz kalırsa, günâha meyil kastı
olmaksızın, canını kurtaracak kadar haram etlerden yiyebilir. Çünkü
Allah çok bağışlayıcıdır, çok merhametlidir' meâlindeki, Mâide
sûresi üçüncü âyet-i kerîmesini okudum ve onlara İslâm dînini
anlatmaya başladım. Onlar kabul etmediler. Ben de onlara; 'Yazıklar
olsun size! Bari bana içecek az bir su verin. Çok
susadım' dedim. Onlar bana su vermeyerek; 'Seni susuzluktan
ölüme terk edeceğiz' dediler. Başımda bulunan sarığı katlayıp,
yastık yaptım. Başımın altına koyup, kızgın kumlar üzerinde yatıp
uyudum. Uykumda birisi bana, cam kâse içinde, insanların tatmadığı
bir şerbet getirdi. Onu bana verdi. O şerbeti içtim, içer içmez de
uyandım. O andan sonra ne susadım, ne de susuzluk diye bir şey
hissettim...”