Tevekkül, Allahü teâlâ ile kul arasında bir sırdır
ki, başkalarına bildirmemek lâzımdır.
Ebû İshâk bin Şeybân hazretleri
evliyânın büyüklerindendir. İran’da, Kazvinlidir. 337 (m. 949)’de
vefât etti. Hac için Mekke-i mükerremeye giderken, önce
Medîne-i münevvereye uğrayıp, Peygamber efendimizin kabr-i şerîfini
ziyâret ederek, “Esselâmü aleyke yâ Resûlallah” diye selâm verir,
kabr-i şerîften “Ve aleyküm selâm ey İbn-i Şeybân” sesini duyardı.
Kendisi anlattı:
“Nefsime muhalefet etmek için,
doyasıya çorba içmeyeceğime söz vermiştim. Şam’da bulunuyordum. Bir
gün, bir tabak çorba getirdiler. Çorbayı içtim ve çarşıya çıktım.
Bir dükkânın önünde içki küpleri gördüm. Dükkân sahibi, 'Bu içki
küplerine niçin bakıyorsunuz?' deyince, ona nasîhat vermeye
karar verdim. Önce küplerden içkiyi yere boşaltmaya başladım. Beni,
devletin bu işle vazîfeli memuru sandığı için bir şey diyemedi.
Nasîhat vermeye başlayınca beni tanıdı. Elindeki değnekle vurmaya
başladı. O sırada, oradan geçmekte olan Abdullah Magribî hazretleri
aramıza girip, o kimseyi teskin etti. Bana dönerek 'Niçin sana
vurdu?' diye sordu. Ben de, 'Doyasıya yediğim bir tabak
mercimek çorbasına karşılık, yirmi kadar sopa vurdu' deyince,
'Geçmiş olsun, yine ucuz kurtuldun' dedi."
Ebû İshâk bin Şeybân buyurdu ki:
“Allahü teâlâ, Müslümanlara âhirette vereceklerine karşılık olmak
üzere, dünyada iki şeyi ihsân etmiştir. Bunlardan birincisi;
Cennete bedel olması için câmilerde bulunmak. İkincisi; Allahü
teâlânın dîdârına karşılık, müminlerin yüzlerine muhabbetle
bakmak.”
Oğluna nasîhatinde buyurdu
ki: “Helal yemek ye, fakîrlere ve gariplere, hizmet etme
imkânı bulduğun herkese hizmette fark gözetme. Bu hususta herkesi
kendinden üstün bil.”