Kudüs… Aşağılık provokasyondan üç gün önce…
Oraya, binlerce yıldır olamayan barışın bir kez daha
“tecavüze uğradığı” yere, İslam aleminin kutsal
mekanı Harem-üş Şerif’e çok ama çok yakındık…
Bir taş atımlık mesafede bulunan Kral David
Müzesi’nin hemen karşısındaki Arap kahvesinde yorgunluk
atıyorduk…
Sol tarafımızda Hıristiyanlarla Ermenilerin iç içe yaşadıkları,
Katolik ve Gregoryen kiliselerinin kucaklaştığı mahalleler
vardı…
Sağ tarafımızda daracık, uzun, nereye doğru uzandığını bilemediğim,
iki tarafı incik-boncuk, halı, hurma, tavla, dini motifler,
yiyecek-giyecek satan tıklım tıkış dükkanlarla dolu bir yol
uzanıyordu… Dükkanların Müslüman Arap sahipleri ve çırakları
Avrupalı turistlerle bağıra çağıra kıyasıya pazarlık ediyordu…
Oturduğumuz kahvenin önünden o meşhur deyişle ve de hiç abartısız,
“72.5 milletten” insan geçiyordu; Gregoryen
papazlar, siyah çarşaflarına sarınmış Müslüman kadınlar,
Hıristiyan rahibeler, iki yana sarkıttıkları lüle lüle saçlarıyla,
siyah şapkaları ve uzun sakallarıyla dini bütün Museviler, şalvarlı
ve de çığırtkan Arap satıcılar, gencecik Avrupalı kızlar,
erkekler…
Bu, dünyanın hiçbir yerinde kolay kolay tanık olunamayacak
manzarayı büyük bir keyifle izledim…