Tarih: Eylül 2008…
Ramazan ayı… Beşiktaş’a yanaşan teknenin çok özel misafirleri
vardı… Tekne İstanbul Emniyet İstihbarat Dairesi tarafından iftar
yemeği için tutulmuştu… Ergenekon iddianamesinin açıklanmasının
üzerinden ise yalnızca iki ay geçmişti?..
İftar daveti Emniyet İstihbarat Şube Müdürü Ali Fuat Yılmazer
tarafından veriliyordu… Peki, bu davete kimler icabet ediyordu?
-Ergenekon Davası için delil toplayan emniyet mensupları, bu
delillere bakarak iddianameyi hazırlayan savcılar ve o iddianame
üzerinden davayı yürütecek hakimler!..
Pek samimi, pek şen şakrak bir topluluktu… Tekneyle güle eğlene ve
de emniyet botlarının koruması eşliğinde Kandilli’ye geçtiler ve
İstanbul Ticaret Odası’na ait tesiste oruç açtılar!.. Teknede ve
yemekte bol bol samimi fotoğraflar çektirdiler… Bu köşede
gördüğünüz sadece bir tanesi!..
Kimler yoktu ki bu nezih grupta; heykeli dikilesi Zekeriya Öz,
kumpas davalarının beyinlerinden savcı Fikret Seçen, duruşmalarda
şekerleme yapmasıyla ünlü savcı Mehmet Ali Pekgüzel, Ergenekon
Davası’nın diğer savcıları Ercan şafak, Murat Yönder, bu savcıları
görevlendiren İstanbul Cumhuriyet Başsavcı Vekili Turan Çolakkadı,
Ergenekon Davası Mahkeme Heyeti Başkanı Köksal Şengün, daha sonra
Şengün’ün yerine geçecek olan kıdemli hakim Hasan Hüseyin Özese,
diğer ağır ceza mahkemelerinin hakimleri, İstanbul Terörle
Mücadele’den Sorumlu Müdür Yardımcısı Tufan Ergüder, Emniyet
İstihbarat Dairesi’nde görevli komiser ve polisler…
Bu iftar yemeğine katılan Köksal Şengün, FETÖ’nün hukuksuzluklarına
direnince Bolu’ya düz hakim olarak sürüldü!.. 12. Ağır Ceza
hakimleri Nejat Ede ve Selda Kutluata ise baskı altında olduklarını
açıklayarak görevlerinden ayrıldılar… Peki ya diğerleri?
-Çoğu bugün ya tutuklu ya da firari olarak ağırlaştırılmış müebbet
ve yüzlerce yıllık ağır hapis cezası istemiyle
yargılanıyorlar!..
Üstelik binlerce kişiyi mağdur ettikleri, intihara sürükledikleri,
onulmaz hastalıklara yakalanmalarına neden oldukları Silivri
mahkemelerinde yargılanıyor, Silivri hapishanesinde
yatıyorlar!..
Ergenekon Davası’nı çökertmesi gereken bu fotoğraflar 5 Ekim
2009’da OdaTV’de yayınlandı…
Bırakın davanın çökmesini, muhterem medyamızda, birkaç onurlu,
gazetecilik namusunu kaybetmemiş gazete ve televizyon dışında
hiçbir yerde kullanılmadı, kullanılamadı!.. Daha sonra OdaTV’nin
sahibi Soner Yalçın, editörler Barış Pehlivan ve Barış Terkoğlu
uydurma bir iddianame ile içeri tıkıldılar ve yaklaşık 2 yıl
Silivri’de misafir tutuldular!..
Dikkat ederseniz pek haysiyetli medyamız “kullanamadı” dedim… Bunu
ben söylemiyorum; olaydan yaklaşık 9 yıl sonra Hürriyet
Gazetesi’nin emekli genel yayın yönetmeni dün köşesinde itiraf
etti!.. Ertuğrul Özkök, “Korkak bir genel yayın yönetmeninin
itirafları” başlıklı yazısında bakın ne dedi:
-Bu yazı “arkadaş, ben o gün görevimi yapamadım” itirafıdır!..
Türkiye’nin “Amiral Gemisi” unvanı taşıyan bir gazetenin 20 yıllık
yayın yönetmeninin hazin itirafıdır bu… Peki, dün köşesinde hem de
üçüncü kez yayınladığı o fotoğrafı, 9 yıl önce niçin
yayınlayamamıştı Özkök? Kendi kaleminden okuyalım:
-Benim gibi, kimi korktu bu hain çetenin hiddetinden, şirretinden…
Öyle terör günleriydi ki, kaşını kaldırana Ergenekoncu damgası
yapıştırılıyordu. Gazeteciler evlerinde valizlerle
bekliyordu!..
Özkök, ne kadar korktuğunu gayet güzel anlattıktan sonra, o gün
yani 9 yıl önce o fotoğrafları yayınlayamayanların ortak
düşüncesini de şöyle anlattı:
-Ama hepimiz çok iyi biliyorduk ki… Ergenekon davalarının başladığı
günlerde çekilen bu fotoğraf, Türk adalet tarihinin gördüğü en
derin kumpasın suçüstü belgesiydi!..
İşte burası çok acıklı; bir suç üstü belgesini, binlerce insanın
şerefleriyle, sağlıklarıyla, yaşamlarıyla oynanırken
yayımlayamamaya, en asli görevini korku belasına yapmamaya nasıl
bir sıfat yakışır, onu da takdirlerinize bırakıyorum!..
Özkök günah çıkarırken, o fotoğraftakiler hakkında o gün
söyleyemediklerini, yazamadıklarını da en ağır ifadelerle yazdı
dünkü köşesinde…
-Heyhat vakit çok geçti!..
Kanserden can veren Kuddusi Okkır, onuru için şakağına sıkan Ali
Tatar, hapishane görüşünde Kızının gözü önünde yere yığılan Murat
Özenalp için, onulmaz hastalıklarla boğuşarak ölen, kalp krizi
geçiren kahramanlar için, büyük acılar çeken aileleri için çok
gecikmiş bu itirafın beş paralık değeri olduğunu sanmıyorum!..
Yine de bu itirafın, gelecek kuşaklara bırakılmış çok önemli bir
belge niteliği taşıdığını inkar edemem…
Özkök itirafının son paragrafında şunu da yazdı:
-Ve ben bu fotoğrafı üçüncü defa yayınlıyorum… 2008 yılında önüme
gelen bu fotoğrafı o gün korkudan yayınlayamamanın verdiği utancı
biraz olsun hafifletsin diye yayınlıyorum…
OdaTV editörü, sevgili kardeşim Barış Pehlivan sosyal medyada
Özkök’ün “arkadaş, ben o gün görevimi yapamadım” cümlesini verip
altına yalnızca iki kelime ekledi:
-Ben yaptım!
Sayfalarca yazıya bedel iki sözcük! Gerçekten de eğer bu kumpaslar
çöktüyse, evde valiz korku içinde bekleşenler değil, görevini
gözünü kıpmadan yapan, dik duran, eğilmeyen bir avuç gazeteci ve
yiğit avukatların mücadelesi sayesinde çöktü… Korkmak insani bir
duygu ancak en sorumlu koltukta oturanların o denli korkmaya
hakları yok…
-Kalemini kırarsın, olur biter!..