Zamanın birinde, adı lazım olmayan bir memlekette, uçsuz
bucaksız topraklara, içindeki insanları dahil dizi dizi köylere,
yüz binlerce hayvana sahip bir kudretli ağa yaşarmış…
Günlerden bir gün bu kudretli ağa çoğu kez yaptığı gibi küheylanına
atlamış, yanına da çiftlikteki ırgatlardan birini almış ve oldukça
uzaktaki kasabaya doğru yola çıkmış… Ağa atın üstünde, ırgat yayan
tıngır mıngır epey yol kat etmişler ama yol uzun, hava da çok
sıcakmış…
Bir süre sonra ağanın canı iyiden iyiye sıkılmaya başlamış..
Konuşmaya kalksa, ırgatın ağzı var dili yok, ayrıca olsa ne
konuşacak… Mahmuzu vurup gitse olmaz, çünkü ırgata kasabada
ihtiyacı var… Böyle düşüne, sıkıla giderken gözü yoldaki at
pisliklerine takılmış, aynı anda aklına çok eğleneceği bir muziplik
gelmiş. Gayet babacan bir edayla yanı başında koşturmakta olan
ırgatına seslenmiş:
-Ula Hasso!.
-Buyur
ağam..
-Şu yerdeki pohu göri
misen?
-He, göriyim
ağam..
-Hah işte, o pohu bi güzel yirsen sana
benden tamı tamına yüz altın, bi de üstüne bu küheylan
senin!..
Hayatında iki altın lirayı bir arada görmemiş,
bırakın atı, bir eşeğe bile doğru dürüst binmemiş zavallı ırgat ne
yapacağını şaşırmış.. Bir ağasına bakmış, bir “poha” bakmış,
boynunu büküp sormuş:
-Essah mı diyirsen, eğlenir misen
ağam?..
-Ağanın sözü sözdür, bilmir misen
gavat!..
Irgat, iliğini kemiğini yiyip bitiren o
kapkara yoksulluğunu düşünmüş önce.. Sonra bir “poh” karşılığında
neler kazanacağını kantara vurmuş..
-Ağasının dehşet dolu bakışları altında pohu bir güzel
yemiş…
Ama roller değişerek!.. Irgat atın üstünde tırıs giderken, ağa koşar adımlarla onu takip etmeye çalışıyormuş… Ağa, yüzünden düşen bin parça, neredeyse ağlayacak halde kendi kendine küfür edip duruyormuş:
-...