Uğur Meleke yazdı.
Dünya futbolunda ekonomik uçurumlar her geçen gün büyüyor,
zenginler daha zenginleşiyor, orta sınıf zayıflıyor. Bugün
Barcelona, Real Madrid, M.City, Bayern Münih gibi kulüpler 1 milyar
euroluk takımlarla mücadele ederken, Şampiyonlar Ligi’nin başaltı
sınıfı olarak tanımladığımız Sevilla ya da Roma 300 milyonluk
ekiplerle onlarla baş etmek zorunda. Beş büyük ligde de durum çok
farklı değil: Dördünün şampiyonu aylar öncesinden belli olurken,
birinin de ilk ikisiyle diğerleri arasında uçurum var.
Bizim ligimiz, orta sınıf-üst sınıf farkı açısından iyiler içinde.
Son bir aya tam 4 takımın şampiyonluk umuduyla girmesi de gayet
rekabetçi bir tablo. Elbette bazı genetik gerçekler var, onları da
yadsımak imkânsız: Özellikle İstanbul’un 3 büyükleriyle diğerleri
arasında Gençlerbirliği-Galatasaray maçı gibi maçlar hep oldu,
oluyor, olacak. Mütevazı taraf iyi kapanacak, alanı iyi
parselleyecek, yardımlaşacak, savaşacak. Zengin taraf kazanmak
istiyorsa en az rakibi kadar istekli, tutkulu, çalışkan olmak
zorunda. Gençlerbirliği muazzam bir alan parselasyonu dersi verdi
zengin rakibine. Ümit Özat, başlangıçtaki 5-4-1 dizilişini bu kez
hiç değiştirmedi. Sessegnon ve Manu gibi hücumcu ayaklar dahil,
Jailton’un bir-iki aksaması dışında hiç kimse bloğu bozmadı. Şemaya
kusursuz riayet ettiler. Aralarında neredeyse hiç boşluk bırakmadan
oynadılar. Akan oyunda da Galatasaray’a hemen hemen hiç net
pozisyon vermediler. Galatasaray’sa neredeyse yüzde 80’le topla
oynamasına rağmen, pozisyon üretimi konusunda kısır bir gün yaşadı.
Evet, yaratıcı futbolcuları durgundu; ama şunu da göz ardı etmemek
gerek, deplasmanlarda İstanbul’da olduğu kadar tutkulu
oynamıyorlar. Terim’in de de...