Trafikteyim.
Yan şeritte bir araba.
Plaka yabancı. DE, FR, CH, NL…
Ama dikkatimi çeken plakası değil.
O arabanın sürüşü.
İstikrarlı gidiyor. Ne zikzak yapıyor ne de kornaya abanıyor.
Sakin, sabırlı, saygılı.
Yan aynadan sürücüye bakıyorum.
Çocuklar arkada… Eşi yanında.
Arabanın camında küçük bir Türk bayrağı.
Yüzünde memleket havası.
Bu insanlara çok haksızlık ettik biz.
Almancı dedik.
Döviz makineleri gibi gördük.
Şakalı ama küçümseyici laflar ettik.
Oysa onlar sadece para biriktirmedi.
Aidiyetlerini, kültürlerini, aile bağlarını da taş gibi
korudular.
Ve asıl önemlisi:
Batı’nın rahatına, konforuna rağmen "dönmeyi" hep hayal
ettiler.
Fransa’nın kaldırımı geniş ama gönülleri dar.
Almanya’nın yolları düz ama bakışları eğri.
İsviçre düzenli ama mesafeli.
O yüzden de bu insanlar asla “oradanmış gibi” olmadı.
Asimile olmadılar, olamadılar. Olmak istemediler.
Çocuklarına hala dedelerinin köyünü, annelerinin tarhanasını,
amcalarının mezrasını anlatıyorlar.
Ve evet, o köylere, o kasabalara birer ev yaptırıyorlar.
Her yaz, çocuklarının elinden tutup Türkiye’ye getiriyorlar.
Zaten o yüzden şu sıralar yollar onlarla dolu.
Gurbetçiler trafikteki gibi yaşıyorlar aslında:
Düz çizgide ilerliyorlar.
Kimseyle didişmeden, saygıdan sapmadan.
Kornasız, kavgasız.
İçlerinde özlem var.
Bastıkları toprak refah dolu olabilir ama o topraklar hiçbir zaman
“vatan” olmadı onlara.