Kanuni Sultan Süleyman’a Avrupa’da kralın şövalyelerine
sokaklarda dayak atan “ayak takımı”ndan (ki onlara “burjuvalar”
demek daha yerinde olur) bahsedildiğinde o, kendi itaatkâr
tebaasına bakıp şükretmiş. Sonra da Avrupalıların hiçbir zaman
iflâh olmayıp “Devlet-i Âliyye”den her daim geride kalacaklarını
düşünmüş (akt. A. Yücekök, “100 Soruda Türkiye’de Din ve Siyaset”,
1976, s. 38-39).
Kanuni’nin 46 yıllık saltanatı boyunca Avrupa’da cereyan eden
kargaşaya bakıp da göremediğini yaklaşık iki asır sonra Batı’ya
giden ilk Osmanlı sefiri Yirmisekiz Mehmet Çelebi gördüğünde vakit
artık çok geçti.
1720’de Paris’e giden Yirmisekiz, geri dönüp Sultan III. Ahmet’e
izlenimlerini aktarmak üzere “Sefaretname”yi yazdı. Eserin özü, “Ya
onlara (Avrupalılara) benzeyeceğiz ya da yok olup gideceğiz”den
ibarettir.
Böylece birkaç asır önce Kanuni’de Avrupa’ya karşı adeta körü
körüne mevcut özgüven, yerini yine körü körüne bir özentiye terk
eder ve Lâle Devri’nin önü açılır.
Kanuni’yi şaşırtan dayak olayı, Batı Avrupa’da 11’inci yüzyılın
Ticaret Devrimi’nden itibaren, yani Orta Çağ’ın içinde sessiz ve
derinden başlayıp asırlarca art arda birbirini tetikleyerek gelen
değişimlerin sonucuydu ve bizi bir “yeni hayat” olarak
ticari-endüstriyel kapitalizme çıkaracaktır.
Sultan Süleyman, farklı bir ekonomi-politikle akan bambaşka bir
hayatın içinde “gideni ve gelmekte olanı” görememiştir.
Fatih de İstanbul’u aldığında elbette bu büyük fethin zafer
sarhoşluğu içindeyken aynı zaman kesitinde (1456) matbaanın
kitlesel kullanım kazanmasıyla yaşanan devrimsel dönüşümü, belki
görmüş olsa bile değerlendiremeyecek durumdaydı. Oysaki bu da
burjuvaların şehir sokaklarında şövalyeleri pataklayabilmelerine
giden yolun önünü açan bir diğer önemli aşamadır.