Başbakan
Yardımcısı Numan Kurtulmuş, “Bizim için
bağımsızlık, gâvuragâvur diyerek karşısına
dikilebilmektir” dedi. Kastamonu’da partisinin yerel
yönetimler istişare ve değerlendirme toplantısında yaptığı
konuşmanın bu kilit cümlesi, bir başka AKP’linin (Tülay
Babuşçu) Cumhuriyet’i kastederek serdettiği (90
yıllık) “reklam-arası” mecazının daha da uzun bir zaman dilimine
göndermeyle işlerlikte olduğuna delil sayılabilir.
Kurtulmuş, ağzından “güm” diye çıkan sözün ağırlığını fark
etmişçesine müteakiben sarf ettiği sözlerle onu “tartmaya” çalışmış
sanki; “Gâvur, gayrimüslime verilen isim değildir, bizim
lügatimizde gâvur, despota, zalime, insanlara karşı zulüm
edene, emperyaliste verilen isimdir” diyerek…
Bu “tevil”, nafiledir. Söylenen söylenmiş, anlaşılacak
anlaşılmıştır.
***
Hemen herkesçe bilindiği üzere “Bundan sonra gâvura
gâvur denmeyecek”sözü, 1839 Tanzimat Fermanı’nı tanımlama
yolunda popülerleşmiş bir ifadedir. İmparatorluğun gayrimüslim
tebaasına yasalar önünde eşitlik getiren fermanın neyin nesi
olduğuna cevap kısa ve özlüce böyle verilmiştir.
Tanzimat, bir yandan Osmanlı’nın yeni bir toplum olmaya, tarımcı
bir imparatorluk devletinden modern-endüstriyel bir “ulus-devlet”e
doğru siyaseten yol alış arzusunda ilk adım olarak
değerlendirilebilir. O yüzden tebaayı “vatandaş” kılma yolunda bir
çaba olarak da değerlendirilebilir gayrimüslimlere eşitlik
ilkesi…
Ama Tanzimat, diğer yandan ve daha gerçekçi bir yaklaşımla
Osmanlı’nın Batı kapitalizmine bağımlı şekilde dâhil olmasını
kurumsallaştırma yolunda atılmış bir adımdır. Bu bakımdan 1838’de
İngiltere ile gerçekleştirilen ticaret antlaşmasının devamı
niteliğindedir ve fermanın ilanında Avrupa devletlerinin ağırlığı
hissedilir.
Elbette bunlar boşlukta olmamıştır. İmparatorluğun içerisine
düştüğü ekonomik çıkmaz ve askeri çaresizlik, daha somut olarak
Mısır Valisi Mehmet AliPaşa’nın İstanbul’un
kapısına kadar dayanmış olması ve bu badirenin İngiltere sayesinde
atlatılması, Tanzimat’ın altyapısında yer alan etmenlerdir.